Altılı Masa’nın enerji kurumları

Dr. Nejat TAMZOK

Millet İttifakı’nın ortak mutabakat metninde enerji sektörüne ilişkin belirlenen genel çerçeveyi geçtiğimiz günlerde yayımlanan yazımda değerlendirmiş, altı partinin yeşil mutabakat hedefinde anlaşmış göründüklerini aktarmıştım.

Buna göre, altı parti; karbon temelli büyüme yerine temiz enerjilere dayalı, verimliliği ve döngüsel ekonomiyi temel alan yeni nesil bir kalkınma stratejisi uygulayacaklarını, bu amaçla Yeşil Ekonomiye Geçiş Programı’nı yürürlüğe koyacaklarını ve enerji sektörünü bu çerçevede yeniden şekillendireceklerini beyan etmişlerdi. İklim değişikliğiyle mücadeleye öncelikli bir politika olarak yer verilen metinde, bu stratejiyle tutarlı bir sanayi ve teknoloji modeli tarif edilmiş, sanayi sektörlerinin ileri teknolojiye dayanan, yüksek katma değerli bir yapıya dönüştürülmesi hedeflenmişti.

Dolayısıyla, Millet İttifakı’nın iktidara gelmesi durumunda, gerek kalkınma modeli gerekse enerji yönetiminde bugüne göre daha farklı yaklaşımların deneneceği anlaşılmakta.

Bununla birlikte, enerjide bu denli iddialı bir dönüşüm hedeflendiğinde, sektörün kurumsal yapısının da masaya yatırılıp bu hedefi gerçekleştirmek üzere gözden geçirilmesi ve belki de en baştan yeniden yapılandırılması gerekir.

Ancak, muhtemel hükümet programının da ana omurgasını oluşturacak olan mutabakat metninde enerji sektöründeki yeşil dönüşüme yapılan vurgu dikkat çekiciyken, kurumsal yapılara çok fazla değinilmemiş. Sektörün en üst kuruluşu olan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın görev ve sorumluluklarının gözden geçirilmesi ile Enerji Piyasası Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun yetki alanına olan müdahalesine son verilmesi hedeflerinin dışında, mevcut enerji kurumlarına ilişkin kapsamlı eleştiri ya da yeniden yapılanma/düzenleme önerileri metinde yer bulmamış.

***

Örneğin, elektrik üretim, iletim ve dağıtımından sorumlu üç kamu şirketi (Elektrik Üretim A.Ş., Elektrik İletim A.Ş. ve Elektrik Dağıtım A.Ş.) mutabakat metninde hiç yer almamış.

Biliyorsunuz, daha önce tek bir yapı içinde faaliyet gösteren bu işlevler geçtiğimiz yıllarda parçalanmış, ortaya çıkan yeni yapılar özelleştirmeler yoluyla giderek küçültülmüşlerdi. Öte yandan, süreci doğru okuyamayan karar vericiler elektrik piyasalarında serbestleşme şampiyonluğunu kimseye bırakmazken, aynı dönemde pek çok ülke enerjide kendi ulusal şampiyonlarını yaratmak ya da büyütmekle meşguldü. Neticede; örneğin Fransa’nın Edf, Almanya’nın E.ON ve RWE, İtalya’nın ENEL ya da İspanya’nın Iberdrola gibi dev enerji şirketleri küresel piyasaların tozunu atarken, Avrupa’nın üçüncü en büyük elektrik üreticisi olan Türkiye’nin şirketleri, bırakın yurt dışına adım atmayı, yurt içinde Ar-Ge ya da insan kaynakları için dahi sermayeyi denkleştirmede sorun yaşamaktalar.

Enerji piyasalarında kendi şampiyon kurumlarını özenle koruyan ülkeler sadece yukarıda sayılanlarla da sınırlı değil: Bunlar arasında, Portekiz’den Norveç’e, Polonya’dan Çin’e, Hindistan’dan Brezilya’ya kadar pek çok ülke bulunmakta. Bir bölümü kamunun elinde olan bu kurumların, bir taraftan elektrik üretimi dışında -petrol, gaz, kömür ve yenilenebilir gibi- diğer alanlara da girerek yatay yönlerde, diğer taraftan üretimden satışa tüm tedarik zinciri boyunca dikey yönlerde büyümeleri, ait oldukları ülkelerin hükümetleri tarafından teşvik edilmekte. Söz konusu küresel kuruluşların, enerji dönüşümü süreçlerinde de önemli bir avantajı bulunmakta: Sahip oldukları sermaye büyüklükleriyle teknoloji ve inovasyona büyük miktarlarda yatırım yapabiliyorlar ve bu nedenle daha temiz enerjilere geçişleri ya da yeşil ekonomiye uyum sağlamaları çok daha kolay olmakta.

***

Diğer taraftan, petrol ve gaz sektörlerinde ülkemizin iki önemli kuruluşu olan TPAO ve BOTAŞ için mutabakat metninde sadece iki cümle yeterli görülmüş: TPAO’nun uluslararası/bölgesel enerji şirketleriyle stratejik ortaklıklar kurması, BOTAŞ’ın ise iletim ve dağıtım ile ticari faaliyetlerinin ayrılması hedeflenmiş. Bununla birlikte, elektrik tarafı için aktardığım tercihler petrol ve gaz sektörlerinde de aynı şekilde geçerlidir: Elektrikte olduğu gibi bu sektörlerde de ait oldukları ülkeler tarafından büyümeleri teşvik edilen ve arama, üretim, rafinaj, iletim, dağıtım, satış faaliyetlerini dikey bütünleşik yapıda sürdüren dev şirketlerin küresel egemenliği söz konusudur.

Küresel enerji piyasalarının kaymağını yiyen bu devlerle boy ölçüşebilecek büyüklükte kurumsal yapılara, maalesef biz sahip değiliz.

Öyleyse, iktidara gelmesi durumunda acaba Millet İttifakı, yukarıda saydığım enerji kurumlarımızı küresel piyasalarda rekabet edebilecek uluslararası birer oyuncu haline getirmeyi mi tercih edecek, yoksa bu kurumları bugünkü mevcut yapılarıyla, yeşil dönüşüm süreçlerinde etkisiz birer eleman olarak mı bırakacak? Acaba Altılı Masa, bu kurumların daha da parçalanıp küçültülerek ardından özelleştirilmeleri yolunu mu seçecek, yoksa bölgesel/küresel kuruluşlar haline dönüştürülmek üzere daha da büyütülmelerini ve fosil yakıtlardan temiz enerjilere geçiş sürecinin ortaya çıkaracağı yeni enerji dengeleri içinde devler liginde rekabet edebilecek seviyelere taşınmalarını mı hedefleyecek?

***

Kömür sektöründe faaliyet gösteren Türkiye Kömür İşletmeleri ya da Türkiye Taşkömürü Kurumu da mutabakat metninde yer alamamış.

Bununla birlikte, metinde, kömüre ilişkin net hedefler bulunmakta.

Buna göre; kömürlerimiz eğer gazlaştırma ya da benzeri teknolojilerin kullanımı söz konusuysa ekonomiye kazandırılacak. Bunun dışında ise belli bir program dâhilinde kömürden çıkılacak. Metinde, ayrıca, kömür üretiminde havza madenciliği uygulamasına geçilmesi ve yurtdışında kömür arama hedefleri de bulunmakta.

Ülkemiz kömür sektöründe havza planlaması bakımından bir zafiyet olduğu ve bunun önüne geçilebilmesiyle kaynakların bugün olduğundan çok daha verimli kullanılabileceği açıktır. Öte yandan, fosil yakıtlardan daha temiz enerji biçimlerine doğru evrilen bir süreçte, kömürün dünyada olduğu gibi ülkemizde de öncelikler sıralamasında her geçen yıl daha aşağılara doğru gerilemesi kaçınılmazdır. Kaldı ki 2050 net sıfır hedefi koyduğunuzda, mevcut kömür tüketimiyle bu hedefe ulaşabilmek aritmetik olarak da mümkün olamayacaktır.

Dolayısıyla, Altılı Masa’nın kömür için ortaya koyduğu gelecek vizyonu isabetlidir. Ancak, söz konusu vizyona ulaşabilmek, yukarıda değindiğim kuruluşların mevcut yapılarıyla değil, önümüzdeki 30 yıllık dönemde kömürden çıkışın planlanması ve denetimi, sektörde ileri teknoloji kullanımı ya da havza madenciliği gibi alanlarda yetkilendirilmeleri ve bu hedeflere uygun yeniden yapılandırılmalarıyla mümkün olabilir.

***

Aynı çerçevede ele alınması gereken bir diğer kurum ise enerji hammaddeleri dâhil maden aramalarından sorumlu olan Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü’dür.

Mutabakat metninde ortaya konulan kalkınma modeli, gerek madenler gerekse enerji hammaddeleri bakımından bugün olduğundan daha farklı bir ihtiyaçlar profiline işaret etmektedir. Sanayide ileri teknoloji kullanımını hedefleyen, inovasyona, bilgi ve yeni nesil teknolojilere vurgu yapan bir kalkınma modelinin ihtiyacı olan hammaddeler artık taş toprak değil; nadir toprak elementleri, lityum ya da kobalt gibi ileri teknoloji madenleri olacaktır. Dolayısıyla, Türkiye için “stratejik” ya da “kritik” madenlerin yeni modele göre yeniden belirlenmesi ve arama politikalarının da buna göre yapılandırılması gerekir. Bu çerçevede, son yıllarda aramaların merkezine -bence hatalı bir stratejiyle- kömürü koyan Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü’nün yeni duruma göre yönlendirilmesi gerekecektir.

Metinde yer almayan bir diğer kurum da Türkiye Enerji, Nükleer ve Maden Araştırma Kurumu (TENMAK)’dur. Nükleer enerji, bor, nadir toprak elementleri, temiz enerjiler gibi pek çok kritik alanda teknolojik araştırmalara destek vermek amacıyla kurulmuş olan ve bence metinde ortaya konulan yeni modelde en stratejik konumda olması gereken bu kurumun, bütçe ve imkânlar bakımından bulunduğu yerden çok daha yukarılara taşınmasının gerektiğini düşünüyorum.

Mutabakat metnindeki “Yeni nesil nükleer teknolojilere dayalı Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi kurarak ‘Türkiye Nükleer Ekosistemi’ geliştireceğiz”, ifadesine bakıldığında, Nükleer Enerji Araştırma Enstitüsü’nün TENMAK yapısı içinden ayrılmasının hedeflendiği söylenebilir. Ancak, daha çok koordinasyon ve finansman/destekleme nitelikleriyle öne çıkan bu kurumun, bürokratik bir devlet dairesi yapısından sıyrılarak teknoloji ve inovasyon üretiminin ağırlıklı olduğu ve doğrudan bilim insanları tarafından yönetilen özerk bir yapıya dönüştürülmesinin çok daha önemli olduğunu, bu yapıldığında ayrı merkezler kurma ihtiyacının da ortadan kalkacağını düşünüyorum.

***

Sonuç olarak, ülkemizin ekonomik kalkınma bakımından bir yol ayrımına geldiği; bundan böyle enerji tüketimleri aşırı yüksek ve katma değer yaratma kapasiteleri düşük olan demir-çelik, inşaat ya da tekstil gibi sektörlerle yoluna devam etmesinin giderek daha da güçleşeceği açıkça görülmektedir. Daha az enerjiyle daha yüksek getiriyi elde edebileceği, inovasyonun, bilgi ve yüksek teknolojinin öne çıktığı yeni nesil ekonomik faaliyetlere dayalı bir kalkınma modeline geçilmesi artık kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelmiştir.

Diğer taraftan, iklim değişikliğine ilişkin gelişmeler küresel enerji alanını hızla değiştirmekte, ortaya çıkan yeni dengelere uyum sağlayamayan ülkeler giderek zorlanmaktadır. Dolayısıyla, önümüzdeki seçimlerde iktidara kim gelirse gelsin, Türkiye’yi yaklaşmakta olan yeni enerji habitatına hazırlamak ve kurumsal yapıları da bu amaca yönelik olarak yeniden ele almak durumunda olacaktır.