Denizüstü RES projeleri imece usûlü geliştirilecek

TÜREB denizüstü rüzgâr enerji santral ihaleleri için “kazanan kaybedeni finanse eder” modeli önerdi. Proje geliştirme maliyetleri istekli yatırımcılar arasında bölüşülsün, lisans ihalesini kazanan şirket, kaybedenlerin masrafını iade etsin.

MEHMET KARA - ÖZEL RÖPORTAJ

Son 10 yılda tüm dünyada yenilenebilir enerji kaynakları baş tacı ediliyor. Rüzgâr, güneş ve hidroelektrik santralleri başta olmak üzere, yenilenebilir kaynaklara dayalı yatırımlara karşı yerel aktörlerden tepkiler yükselse de, yeni devreye giren elektrik üretim tesislerinin tamamına yakını bu kaynaklara dayalı santrallerden oluşuyor.

Ancak kaynak aramanın sonu yok. İnsanlık nasıl ki 19’uncu ve 20’inci yüzyılda nerede petrol ve kömür varsa onu çıkarmak can attıysa, bugün de rüzgâr ve güneş başta olmak üzere yenilenebilir kaynaklar her nerede olursa olsun, onu ekonomik değere dönüştürme çabasının arkası kesilmiyor. Denizüstü rüzgâr enerji santralleri de son yıllarda giderek daha çok ilgi çeker oldu. Türkiye’de de bu konuyla ilgilenen aktörler var elbette. Ekipmancısı, kurulumcusu ve yatırımcısı ile denizüstü RES’ler görünürlüğü giderek artan yatırım alanlarından biri. An itibariyle Türkiye’de elektrik üreten tek bir denizüstü RES türbini bile olmasa da bu iş kolu son yıllarda oldukça hareketli. Bu nedenle ekonomi ve enerji yönetimi ile sektörel sivil kurum ve kuruluşlar da konuyla yakından ilgili. Henüz dikkat çekici medya yansımaları olmasa da… Eh bizim işimiz de bu. Türkiye Rüzgâr Enerjisi Birliği’ne (TÜREB) mikrofon uzattık. TÜREB Denizüstü Rüzgâr Santrallerinden Sorumlu Başkan Yardımcısı Ufuk Yaman Enerji Günlüğü’nün sorularını cevapladı.

ABD’de Donald Trump Denizüstü RES projelerini iptal ediyor, Japonya tarafından da benzeri olumsuz haberler geliyor nedir bu alanda durum?

Şu an yaşanan sorunlar aslında biraz Amerika’nın iç politikalarıyla alakalı. Tabii bütün dünyaya da sirayet ediyor. Amerikan başkanının verdiği kişisel kararlar bazı sektörleri etkileyebiliyor Amerika’da. Bunu yaşıyoruz. Ancak Avrupa’da ve Çin’de, ki bu bölgeler şu anda dünyadaki offshore pazarının yüzde 70-80’ini oluşturuyor, tam gaz yatırımlar devam ediyor. Amerika'da yaşanan aslında bir boşluk Türkiye için avantaj.

Neden? Nasıl?

Geçtiğimiz yıllarda Amerika’da açıklanan teşvik mekanizmaları sayesinde orada çok büyük bir proje stoğu oluşmuştu. Ancak bunlar şu an iptal riskiyle karşı karşıya. Ve daha önce buraya yönelmiş firmalar, finansman kaynakları gidecek yeni marketler arıyorlar. Dolayısıyla biz Türkiye olarak eğer, gerçekçi bir proje stoğu oluşturabilirsek, bu yatırımcılara ve bu finansmana ulaşabiliriz. Ülkemize milyarlarca dolarlık yeni yatırım çekebiliriz. Bunu yapıp, projeleri geliştirip bu işi yapmayı öğrendiğimizde, Amerika’da iktidar ve yaklaşım değiştiğinde, demokratlar iktidara geldiğinde tekrar offshore wind yatırımları popüler olabilir ve biz bu sefer ihracatçı konumuna gelebiliriz. Dolayısıyla ben şu an yaşanan durumun Türkiye için büyük bir avantajı olduğunu düşünüyorum.

İhracat derken, hizmet mi, ekipman, komponent ya da teknoloji anlamalıyız?

Rüzgâr sanayisini biz sadece ekipman olarak düşünmemeliyiz. Tabii ki aklımıza ilk gelen ve en çok para harcadığımız bölüm ekipman. Ve biz bu ekipmanları, Çandarlı Liman projemizi gerçekleştirebilirsek Türkiye’de üretip kendi santrallerimize de kullanabiliriz. Dolayısıyla evet, ana ihracat kaynağımız ekipman olacak ama hizmet ihracatında da Türkiye çok başarılı. Son dönemde özellikle bakım onarım firmalarımız, mühendislik firmalarımız karasal rüzgâr endüstrisinde edindikleri tecrübeyi yurt dışında ihracata dönüştürmüş durumda. Dolayısıyla biz uçtan uca hem ekipman hem hizmet tarafında ihracat yapabilir konumdayız. Bunu offshore'da da yapabiliriz.

Peki offshore projeleri konusunda durumumuz nedir şu anda? Neyle uğraşıyorsunuz? Gündeminizde ne var?

Biliyorsunuz biz 2018 yılında ilk offshore ihale davetine çıktık. Bu ihaleye hiçbir talep olmadı. Talep gelmeyişinin sebebi de ölçüm olmamasıydı. Ölçüm olmaması, büyük risk demek. Büyük risk de ihaleler için yüksek enerji fiyatı oluşumu demek. Bakanlığımız da yüksek enerji fiyatı vermek istemediği için, o dönemde 80 dolarlık bir sınır koyduğu için ihaleye katılım olmadı. Ama bu bizim için bir ders oldu. Neye ders oldu? Bakanlığımız artık ölçümle bu konuda ihaleye çıkılması gerektiğini biliyor. Bu noktada da Marmara Denizi’nde şu an Türkiye'nin ilk bankable (kredilendirilebilir) ölçüm kampanyası başlamış durumda. Mart ayında deniz üstündeki ölçüm sistemleri kuruldu.

Kim yapıyor, daha doğrusu kim ölçüyor ve belki de en önemlisi, kim finanse ediyor bu çalışmaları?

Bunu Dünya Bankası destekliyor. Para da Avrupa Birliği’nden geliyor. 8 milyon Euro’nun üzerine bir bütçe var. Rüzgâr ve meteoroloji ölçümleri yapılıyor. Bu yıl sonuna kadar da jeofizik, zemin, tavan araştırma çalışmaları yapılacak. Bunun ihalesi yapılacak ve biz önümüzdeki yıl ortasında Marmara Denizi’nde belirlenen 1000 megavat (MW) kapasiteli saha ile ilgili ölçüm verisine sahip olacağız.

Yani ihaleye hazır mıyız?

Bankable ölçüm verisine sahip olmak bir konu, bunun fizibıl olup olmadığı başka bir konu. Veriler toplandıktan sonra bu projelerin bakanlığımızın 2018 yılından istediği gibi megavatsaat (MWh) başına 100 doların altında bir elektrik alım fiyatıyla gerçekleştirilip gerçekleştirilemeyeceği hesaplanacak.

Yine bir sınır var öyle mi?

Evet, şu an bizim duyduğumuz kadarıyla bakanlığımızın kafasında, 2018 yılında olduğu gibi MWh başına 100 doların altında bir sınır var. Ama bu çok gerçekçi mi? Türkiye’de bunu 120 dolar yapmak belki daha makul olabilir ama tabii bizim de burada aldığımız örnek Batı. Batı’da şu an MWh başına 50-60 dolarlara, hatta Çin’de 50 dolarlara deniz üstü rüzgar santralleri kurulabiliyor.

Marmara Denizi’ndeki ölçümlerden gelen ilk sonuçlar ne söylüyor?

Bu veriler bakanlığımız için toplanıyor. Dolayısıyla esas müşteri bakanlık. Ve bunun sonuçlarını bakanlık açıklayabilir. TÜREB olarak biz bunu yakından takip ediyoruz ve görüşüyoruz bakanlığımızla ama sonuçları açıklama yetkimiz yok tabii. Ama biz burada ne yapıyoruz aslında onu söyleyeyim. Şimdi bakanlığımız şunun da farkında. Sadece Marmara Denizi’ni beklemek riskli. Çünkü uydu verilerinden yaptığımız ön değerlendirmelerde Marmara’daki potansiyelin düşük olduğunu zaten görüyoruz.

Marmara dışında çalışma var mı?

TÜREB olarak bakanlığımızın talimatıyla iki yıl önce bir master plan çalışması başlattık. Türkiye’de denizüstü santraller nereye kurulmalı, ilk 5 GW nerede geliştirilmeli sorularına cevap bulmak üzere çalıştık. Toplamda 20 santrallik bir hesaplama yapıldı. 900 tane tribün noktası belirlendi ve bunlar hem potansiyel kurulu güç, hem kısıtlar hem de idari bakımdan incelendi ve en uygun alanlar tespit edildi.

Nerelermiş en uygun alanlar?

Bu çalışma sonucunda biz şunu gördük, yaptığımız değerlendirmenin, daha önce Danimarka Enerji Ajansı tarafından yapılan ve Dünya Bankası tarafından yayınlanan raporlarla örtüşen noktaları var. Sonuçta bizim odaklanmamız gereken yer Kuzey Ege. Yani Saros Körfezi’nden başlayarak Edremit Körfezine kadar uzanan alanda biz ilk 5 GW’lik denizüstü RES projelerimizi geliştirmeliyiz. Bu noktaya ulaştık. Ve ardından proje geliştirme bedelini Bakanlığımızın ödemediği bir yöntemle ihale yapılması noktasında bir model geliştirilmesi için TÜREB çalışmalarına devam etti. 20’nin üzerinde yatırımcı üyemizle yaptığımız istişareler sonucunda GWEC ve Wind Europe gibi uluslararası paydaşlarımızla da yaptığımız istişareler, değerlendirmeler sonucunda bir kapasite tahsis mekanizması ortaya çıkardık.

Nasıl bir mekanizma bu?

Biz buna “kazanan kaybedeni finanse eder” modeli dedik. Şu an Bakanlığımızla detay görüşmelerimizi yapıyoruz. Kendilerine sunumlarımızı da yaptık. Hem genel müdürlüğümüze (EİGM), hem bakan yardımcımıza. Ümidimiz o ki, bu modelle önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin daha fazla sahada proje geliştirmesi sağlanabilir ve biz artık Kuzey Ege’de hatta Ege’nin tamamında gerçek potansiyelimiz ne, zemindeki durumumuz ne, Capex’imiz (Sabit yatırım) ne olacak, üretimimiz ne olacak, bunu tutarlı bir şekilde öngörebilir olacağız. Bu da bizim aslında bu en başta söylediğim ciddi proje stoğunu oluşturmak için ön koşulumuz.

Kazanan kaybedeni finanse eder ne demek? Bunu biraz açar mısınız?

Kazanan kaybedeni finanse eder modeli şu. Biz off-shore’da görüyoruz ki 1 GW’lık bir proje geliştirmek için yaklaşık 20 milyon dolarlık bir bütçeye ihtiyacımız var. Bu 20 milyon dolarlık bütçeyi de öngördüğümüz modelde ihale 30 ay sonra yapılacak. Bugünden ilan edilen ama 30 ay sonra yapılacak ihaleye katılımcılar eşit oranda ödeme yapacaklar. Ve ihaleyi kazanan, kaybedenlere paylarını iade edecek.

Ne kadarlık bir başlangıç ödemesi öngörülüyor?

30 ay sonra yapılacak ihalenin şartları içinde genel hatlarıyla bu detaylar da var. Bunu çalışmalar neticelendiğinde zaten bakanlığımız piyasayla da açık açık paylaşacaktır. O zaman detaylara ulaşabilirsiniz.

Çok teşekkür ederiz, eklemek istedikleriniz varsa almayı arzu ederiz... 

Offshore, yani denizüstü bizim için sadece bir enerji kaynağı değil. Evet, bu bir temiz enerji kaynağı, doğru. Ama aynı zamanda da bir sanayi ve yatırım çekme modeli. Dolayısıyla biz denizüstünü sadece bir elektrik alım fiyatı üzerinden değerlendirmemeliyiz. Deniz üstünü, yaratacağı çarpan etkileriyle, sanayiye olası katkılarıyla değerlendirmeliyiz. İstihdam etkisini düşünmeli ve aynı zamanda da büyük kapitali, yani 1 milyar dolarlık kapitali ülkeye direkt yatırım olarak çekme potansiyeli olarak görmeliyiz. Dolayısıyla deniz bize lazım.

Denizüstü yani birlikte çalışabileceği diğer sektörler hangileri?

Denizüstü tedarik zinciri veya altyapısı dediğimizde iki tane ana konumuz var. Bir tanesi liman, diğeri de tersanecilik. Tersanecilik neden önemli? Tersanede sadece montaj gemisi üretmeyeceğiz. Başka ekipmanları da üretebileceğiz, dolayısıyla biz tersanelerimizi temel üretiminde de kullanabiliriz. Yani limanlarımızın kapasitesi artacak. Bu limanlar, karasaldaki rüzgâr projeleri için de kullanılabilir ve bütün dünyaya buradan Avrupa’ya açılan bir kapı olabilir. Dolayısıyla denizüstü rüzgâr endüstrisinin, hem limancılığı etkileyecek bir artısı, çarpan etkisi olacak hem de tersanecilik sektörümüzü etkileyecek bir çarpan etkisi olacak. 

Mehmet KARA - Enerji Günlüğü / İZMİR