Doğal gazda 1 Nisan şakası

Hüseyin ORTAK

Geofrey Chaucer'ın 1392 yılında yazdığı Canterbury Masalları'ndan biri olan Nun’s Prist Tale adlı masalda, horoz Chauntecleer tilki tarafından kandırıldığı gün ile ilgili “Mart başından itibaren 32 gün geçti” şeklinde bir ifade vardır.  Masaldan yaptığım bu küçük hatırlatmanın, Bir Nisan şaka gününün kökeni konusunda etnografik bir ip ucu verip vermediğini, edebiyat tarihçilerine bırakmak lazım diyebilirsiniz. Aslında haklısınız, bir enerji ekonomisi yazısında fazlalık gibi görülebilir bu. Ama yine de tilkiler, horozlar, kargalar, hatta insanlar arasındaki kanma/kandırılma ilişkisinin köklerinin insanlığın eski tarihlerine kadar gittiği gerçeğini değiştirmez. 

İnsanların şaka gününe, tilki kurnazlığıyla yapılabilecek şakalara hazırlandığı bir günün sabahında elektrik üretimi için kullanılan doğal gaza yüzde 44,3 Elektrik üretimi haricinde kullanılan doğal gaza yüzde 50 ve konutlarda kullanılan doğal gazın fiyatına yüzde 35 oranlarıyla yapılan büyük zam, eminim sabah mahmurluğundaki çoğu insanda şakalanma endişesi doğurmuştur.

Gerçekten bu bir şaka mı? Gelin, bu büyük zammın arka planını birlikte inceleyelim. 

Kamuoyunun çok iyi bildiği gibi geçtiğimiz haziran ayından bu yana doğalgaz fiyatlarında hızlı bir yükseliş yaşanıyor. Artan fiyatlar karşısında Türkiye de doğal olarak etkileniyor ve doğal gazın ithalat maliyetlerindeki artışlar perakende doğal gaz fiyatlarının artmasına neden oluyor. 

Bilindiği gibi geçtiğimiz eylül ayında elektrik üretimi amaçlı ve sanayi kullanımlı doğalgaza büyük oranlı zamlarla başlayan süreçte, konutlarda kullanılan doğal gaza zam yapılmamıştı. Daha sonra 1 Ocak 2022 zamlarıyla konut kullanımı yüzde 25 zamlanırken işyerlerinde kullanılan doğalgazın fiyatı yüzde 50 oranında artmıştı. 

Aynı metanın farklı kullanımına nasıl farklı zam yapılabiliyor diye bir soru aklınıza gelebilir. Bu soruyu, farklı kullanım alanlarına nasıl farklı fiyat uygulanıyorsa, aynı mantıkla şeklinde cevaplayabiliriz. 

Aslında perakende doğalgaz fiyatlaması (Türkiye’nin doğalgazla tanıştığı 1980’li yıllardan bu yana) en büyük ithalatçısı konumunda olan ve bir kamu sermayeli şirketinin yani BOTAŞ’ın zarar ettirilmesi ardından bu zararın belli dönemlerde hazine tarafından kapatılması şeklindeki bir uygulama temelinde yapılıyor. 

Tahsilat riski doğalgaz dağıtım şirketlerine aktarılmış ve perakende risklerden korunmuş bir kurumun zarar etmesi ve bu zararın vergi affı ya da sermaye artırımı yoluyla kapatılması yöntemiyle piyasa yönetiliyor ve bu da doğalgazın iç piyasa fiyat istikrarını sağlıyor. 

Neo liberaller ve/veya onların sadık sempatizanlarının bile soğuk kış aylarında gıklarını çıkarmayacakları bu kamusal fiyat ayarlamaları ve kaynak aktarımları ilk bakışta bir sübvansiyon ve sosyal devletçilik gibi görülse de kamu maliyesi ve iktisat politikaları için çok öyle değiller. 

Sermayesini hazinenin koyduğu bir iktisadi kuruluşun ürettiği sosyal faydanın finansal maliyetinin yukarıda sözünü ettiğim şekilde kapatılması yeni bir uygulama değildir. Doğalgazın Türkiye’de kullanılmaya başlandığı ilk yıllardan itibaren zarar etme/ zarar tazmini yöntemi kullanılıyor. Türkiye’nin enerji üretiminde, üretim faaliyetlerinde ve ısınmasında yaygın olarak kullanılan bu girdinin neredeyse tamamı ithal ediliyor. Bir enerji kayğı olarak doğalgazın ekonomik büyümeye ve hane halklarının konforuna doğrudan etkisi büyük. Bu nedenlerle doğalgazın fiyatının istikrarlı bir seyir izlemesi, hem büyüme ve enflasyon hedeflemesi, hem de toplumsal istikrar açısından önem arz eder. 

Burada "kamunun zarar telafisi uygulaması bir gelir sübvansiyonu yöntemi mıdır" sorusu akla gelebilir. Sübvansiyonla eş etkili, ancak sübvansiyon uygulamaları gibi bir programa ve doğrudan yasamanın inisiyatifinde olmayan (Meclisin KİT Komisyonları üzerinden yaptığı gözetleme ve denetleme işlemini ayrı tutarak söylüyorum) bu uygulamaya gelir sübvansiyonu demek çok zordur. Çünkü gelir sübvansiyonu uygulamaları belli gelir gruplarının desteklenmesini hedef alır. Bu gruplar da çok açıktır ki dar gelirli halk kitleleridir. Sübvansiyon denemeyecek bu destek, illaki bir adlandırmada bulunacaksak, sosyal huzurla ilgili bir kamusal katlanma olarak tanımlanabilir. 

Perakende fiyatın oluşumuyla ilgili konunun konuştuğumuz tarafı çıplak ithalat fiyatlarıdır. Nihai tüketiciye ulaşırken üzerine eklenen KDV, ÖTV ve dağıtım, transfer maliyetlerini de eklediğimizde konunun sübvansiyonla bir ilgisi olmadığı da açıklık kazanmaktadır. 

Enflasyonun kontrolünün zorlaştığı bu konjonktürde yapılan zammın yaklaşık yüzde yüzde 2’lik bir oranının aylık enflasyona etki ettiğini daha önceki zamların etkilerine bakarak söyleyebiliriz. Bu zamlardan kaynaklanan üretilen mal ve hizmetlere yönelik fiyat artışlarının, yıllık enflasyona etkileri de ayrıca incelemeye değer bir olgu. 

Ekonomik ve sosyal etkileri yüksek, önemli bir emtiaya bu büyüklükte ve deyim yerindeyse seri zam yapılaması, hazinenin ithalat maliyetindeki artışları karşılayacak kaynağının kısıtlı olması sebebiyle yapılan mecburiyet üzerinden açıklanabilir. Ancak, başka bir şey de doğal gaz fiyatlarının böylesine dalgalandığı bir dönemde nihai tüketiciye yönelik fiyatlamaların daha dikkatli yapılarak, dalgalanmaların hane halklarının bütçelerin üzerindeki yoksullaştırıcı etkilerinin sınırlı tutulması gerekir. 

Ülkemizin COVİD-19 kapanmasından yeni çıktığı, enflasyonun yoksullaştırıcı etkilerinin iyice hissedildiği, işsizliğin geriletilemediği bir dönemden geçiyoruz. Bu dönem, devletin sosyal devlet olma özelliğinin hatırlandığı bir dönem olmalı. Emekliler, asgari ücretiler, çok çocuklu aileler gibi gruplara gelir testinden bağımsız olarak doğal gaz ve elektrik kullanımında sübvansiyon uygulanmasının tam zamanıdır diye düşünüyorum. Aksi takdirde, mart ayının ilk gününden 32 gün sonra yapılan bu zam, kötü bir şaka olmaktan öte bir şekilde hatırlanacaktır.