Gaz lambasından lityum piline: 50 yıllık serüven

Dr. Metin AKTAN

Eğer yaşınız 40’ın üzerindeyse, hayatın ritminin bugünkünden çok daha farklı, çok daha durağan olduğu o günleri hatırlarsınız. Bugün cebimizde taşıdığımız bir akıllı telefonun içindeki işlemci gücü, o zamanlar tüm dünyanın toplam hafızasından fazlaydı. Ama biz bunları bilmeden, bir gaz lambasının titrek ışığında ders çalışırdık.

İşte o titrek ışıktan, bugünün sessizce süzülen elektrikli araçlarına uzanan yolculuğumuz, aslında sadece bir zaman akışı değil; madenin ve enerjinin insan hikâyesiyle iç içe geçişidir.

YOL, SU, ELEKTRİK VE RADYOLU AKŞAMLAR

1970’lerin sonu ve 80’lerin başında Anadolu’nun pek çok köyünde hayat, güneşin batışıyla bir nevi dururdu. Henüz evlere şebeke suyunun girmediği, üzerinde YSE (Yol Su Elektrik) yazılı beton çeşmelerin köylerin can damarı olduğu yıllardı.

O zamanlar madencilik bizim için sadece ısınmak için kullanılan kara kömürden ibaretti. Dedelerimizin, babalarımızın “ajanslar”ı dinlemek için evlerin başköşesinde duran devasa radyoların başında beklediği, TRT türkülerinin cızırtılı ama samimi bir sesle odayı doldurduğu akşamlarda enerji; pillerin bitmemesi için sakınılan bir lükstü.

Ardından o meşhur siyah beyaz, tek kanallı televizyonlar girdi hayatımıza. Enerji artık sadece ışık değil, dünyaya açılan tek penceremizdi. TRT2 ve TRT3 derken, Magic Box / Star 1 ile özel kanal kavramıyla tanıştık. 1. Körfez Savaşı sırasında Bağdat’ın bombalanışını canlı yayında izlerken, petrole ve enerji kaynaklarına dayalı küresel kavganın soğuk yüzünü ilk kez bu kadar yakından hissetmiştik.

ŞEHİRLEŞME: SOBADAN DOĞAL GAZA, POP KÜLTÜRDEN MATRIX’E

90’lar geldiğinde Türkiye kabuk değiştiriyordu. Köyler hızla boşalıyor, şehirlerin çeperleri genişliyordu. Bu devasa göç, enerji talebinde bir patlamayı da beraberinde getirdi. Sanayileşmenin şehirlerde yol açtığı hava kirliliği ile mücadele için doğalgaz hayatımıza girdi. Doğalgazın gelişi, is kokulu sobalı evlerin sayısını yavaş yavaş azaltmaya başladı. Soba borularının yerini daha ince gaz ve kalorifer boruları almaya başladı.

Şehirleşme modernlikti ama tarımın gerilemesini ve dışa bağımlı bir enerji yapısını da beraberinde getiriyordu. 90’lar popunun o enerjik ritmi arasında, apolitikleşen bir gençlik ve hızla değişen bir tüketim alışkanlığı filizleniyordu.

2000’li yılların başında beyaz perdede Matrix’i izlediğimizde, makinelerin dünyasını bir bilim kurgu sanmıştık. Oysa tam o yıllarda hayatımıza giren cep telefonları, madenciliğin tanımını kökten değiştirmeye başlamıştı.

Artık sadece kömür veya demir değil; lityum, kobalt ve nadir toprak elementleri gibi “kritik madenler” savaşın ve teknolojinin yeni öznesiydi. Cebimizdeki o küçük cihazlar, aslında devasa bir madencilik operasyonunun sonucuydu.

REFAH, KRİZLER VE DEĞİŞEN SİYASİ ATMOSFER

2001 krizinin ardından siyasi atmosferimizin değişmesiyle başlayan süreç, 2002-2013 yılları arasında hissedilir bir refah dönemi sundu. İnşaat sektörü madenciliğin bir kolu olan mermer ve taş ocağı işletmeciliğini şahlandırırken, yüksek kapasiteli enerji hatları kıtaları birbirine bağlıyordu.

Ancak 2013 yılındaki gezi protestoları sonrası sertleşen siyasal atmosfer, Orta Doğu’daki “Turuncu Devrimler” ve hemen yanı başımızda patlak veren Suriye iç savaşı, enerjinin bir silah olarak nasıl kullanılabileceğini bir kez daha gösterdi.

Göçmen sorunu kapımıza dayanırken, 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi toplumsal ve ekonomik bir kırılma yarattı. Ardından gelen Rahip Brunson krizi, döviz kurlarındaki dalgalanmalar ve ekonomik daralma; doğal gaz faturalarının evlerde “ısınamama” sorununa dönüşmesine neden oldu. Şehirler doğal gaza geçmişti geçmesine ama bu sefer de “yakarsak ödeyemeyiz, yakmazsak donarız” ikilemi baş gösterdi.

AT ARABASINDAN SESSİZ MOTORA: YENİ BİR ÇAĞIN EŞİĞİ

Ulaşımın dönüşümü ise bu hikâyenin en somut özeti gibidir. 1950’lerden 90’lara kadar mahalle aralarında tıkırdayan at arabaları, yerini 1970 sonrası yaygınlaşan benzinli yerli otomobillere bırakmıştı. 2000’lerde “dizel ekonomi” çılgınlığı yaşanırken, 2021 ve sonrası bizi bambaşka bir noktaya taşıdı: Elektrikli araçlar.

Bugün yollarda sessizce süzülen o elektrikli araçlar, aslında büyük bir maden dönüşümünün simgesi. Petrol için yapılan savaşların yerini, artık batarya teknolojileri ve lityum madenleri alıyor. Pandeminin (Covid-19) getirdiği o sessiz dünya, bize doğanın ve enerjinin kıymetini hatırlatırken, sonrasında derinleşen ekonomik kriz ve doların önlenemez yükselişi, enerjide kendi kendine yetebilmenin ne kadar hayati olduğunu bir kez daha kanıtladı.

Sonuç olarak; köy çeşmesinden su taşıyan, sokak aralarında eski lastik araç tekerlekleri süren çocuklarının, bugün yüksek hızlı internetle dünyayı takip eden yetişkinlere dönüştüğü ve elektrikli araçlarla otobanlardan geçtiği bu elli yıllık süreçte değişmeyen tek bir şey var: Uygarlığın yakıtı olan maden ve enerji...

Dün gaz lambasını yakmak için gereken fitil neyse, bugün elektrikli aracımızı şarj eden lityum pil de odur. Bizler, iki çağın arasında kalmış şanslı bir nesil olarak, hem yokluğu hem bolluğu, hem de o bolluğun içindeki pahalılığı gördük. Şimdi önümüzde daha yeşil ama madene daha bağımlı bir gelecek duruyor.

Yeni yılınız kutlu olsun! Mutlu-sağlıklı ve enerjisi bol bir yıl dileğiyle…