Gezi günlüğü: Yunanistan`ın enerjisi...

Mehmet KARA

Başlığa bakıp da aldanmayın, aslında bu bir enerji yazısı değil. Ama içinde enerjiden de söz ettik üç beş... 

4 Ağustos 2013 Pazar günü İstanbul`dan yola çıkarken, yakın zaman önce Yunanistan ziyaretinde bulunmuş birkaç arkadaştan aldığım bazı bilgiler vardı elimde.

Hangi güzergahtan nasıl gitmeli, nerelere uğramalı, neleri görmeli, nerelerde konaklamalı, nelere dikkat etmeliydik?

İLK UNUTKANLIK...
Bir kere, benzin Yunanistan`da daha ucuzmuş, boş depoyla gümrükten geçmeli, orada fullemeliydik. Ama bu bilgi aklımdan uçup gitmiş, biz TEM otoyolu üzerindeki bir benzincide depoyu doldurtuverdik. Ne de olsa tedbirli olmak lazımdı. (Daha sonra Selanik`te depoyu fulleyince gördük ki burada benzinin pompa satış fiyatı kaba bir hesapla, Türkiye`dekinden yüzde 20 daha ucuz.)

ARAÇ SİGORTASI VE ULUSLARARASI KLOZ
Araçlar için YEŞİL SİGORTA dedikleri bir belge çıkartmak gerekiyormuş. Sağolsun, bizim fakülteden (İstanbul SBF) mezun bir sigortacı arkadaş halledip ulaştırmıştı. Ayrıca özel kasko poliçesine yurtdışı klozunu da ekletmiştim.

ULUSLARARASI EHLİYET LAZIMMIŞ AMA...
Yunanistan gümrüğünde, Türkiye`den alınmış ehliyetin yeterli görülmediğini, sınırlı süreli bir enternasyonal sürücü belgesi çıkartmak gerektiğini söylemişlerdi. Ve bu belge, sınırın Türkiye tarafında çıkartılıyormuş.

Bir arkadaş "Yunanistan`a başka bir ülkeden girersen sorun olmuyor ama ilk çıkış noktan Yunanistan gümrüğü ise onlar soruyor, keşke Bulgaristan`a geçip dönüşte Yunanistan yapabilsen" demişti. Aslında bildiğim kadarıyla bizim ehliyetler, herhangi bir ülkede de sınırlı bir süreyle geçerli. Daha önce yurtdışında defalarca araç kullanmışlığım var. Hatta bunlardan bazıları, yeni otomobillerin test sürüşleri için yaptığımız iş seyahatlerinde gündeme geldi. İş gereği yani...

Her neyse, sen al bu bilgileri, eski deneyimini de yanına koy, meseleyi iyice kendine yont. Ve İpsala gümrüğünden geçerken, sözünü ettiğimiz bu belgeyi çıkartma... İpsala`da Türkiye çıkışındaki kontrol noktalarından geç, sonra Yunanistan kısmına öylece gel. Görevli abi "International driving license?" deyince uyan!

Ama dedim ki, "Bu belge (benim ehliyeti gösteriyorum) en az bir yıllığına herhangi bir başka ülkede, tüm Avrupa`da geçerli". Dedim ya, eğer bir yıldan fazla kalacaksam, ilgili ülkeden böylesi bir belge almam gerekiyor aslında... Bakın hala kendime yontuyorum.

Adam güzelce tarif ediyor: "Geri döneceksin, Türkiye tarafına geçeceksin, oradan bu belgeyi çıkartacaksın, öyle geleceksin."

Ben yine "şaşkın şaşkın" anlatmaya devam ediyorum. O ısrar ediyor ve kaça malolacağını da söylüyor. Adamın günahını almayayım, bir sakal bırakırsak geçmemize izin verecekmiş gibi bir hava mı seziyorum ne? Yok yok... Emin değilim...

Ben yine öyleydi, böyleydi derken, o bir yandan da araçtaki diğer yolculara (eşim ve çocuklar) bakıyordu. En sonunda, uzattı pasaportları ve "Hadi geç" işareti yaptı eliyle. Yüzünde de "Off, şimdi seninle uğraşamam" ifadesi vardı sanki.

İyi ki öyle yaptı, çünkü gördük ki Yunanistan`dan Türkiye`ye geçiş için bekleyenlerin oluşturduğu kuyruk çok uzun. Yani ehliyet için geri dönmek, bizim orada en az 3 saat kaybetmemiz anlamına gelecekmiş.

HÜKÜMET BU İŞİ ÇÖZEMİYOR MU?
Tüm bunları yaşarken aklıma birkaç soru takıldı. Niçin diğer ülkeler istemediği halde Yunanistan Türkiye`den gelenlerden bu uluslararası sürücü belgesini istiyor? Bu belge Türkiye tarafından çıkartılıyormuş ve oldukça da yüklü bir tutar alınıyormuş belge karşılığında. Belgeyi Yunanlılar veriyor olsa "Onlar krizde, kaynak ihtiyaçları had safhada, kısmen haklılar" diyeceğim ama öyle de değil. Türkiye, yani hükümet Yunanistan`la bu konuyu bir çözüme bağlayamıyor mu?

İÇİNDE MUM YANAN CAMEKANLAR
Bu arada, Yunanistan gümrüğüne girerken, kuyruktayız ve solumuzda üzerinde haç da bulunan, küçük, camekanımsı bir şey var. İçinde de idare lambası mı desem, şamdan mı desem, tam seçemediğim ama bana gaz lambası gibi görünen bir şey yanıyor. Şimdi cehaletimi bağışlayın, ne olduğunu doğrusu bilmediğim bu şeyin benzerlerine, tüm Yunanistan`da sıkça, (özellikle de ülkenin Kuzey Batısı`nda ve komşu Makedonya`da daha sık) rastladık. Fırsat bulup da tam olarak ne olduğunu sorabileceğim kimseye de, dönüşte Türkiye`ye girişimize az bir süre kalana dek rastlamadım. Başta bunu, Hıristiyanların dini ritüellerinden birinin, farklı bir forma bürünmüş hali olarak değerlendiriyordum... "Demek ki" diyordum kendi kendime, "Gümrükteki o camekan, aynı zamanda Yunanistan`ın kültürel figürlerinden biriymiş de o yüzden oraya koymuşlar."
Çünkü hıristiyan nüfusun ağırlıkta olduğu başka pek çok ülkeye de gittiğim halde böyle bir şeye hiç rastlamamıştım.




Neyse, dönüş yolunda Gümülcine`de yaşayan bir arkadaşa sordum da öğrendim. Bu camekanımsı, kulübemsi, bazen "güvencin yuvamsı" şeyler, örneğin orada bir kaza yapıp ucuz atlatanlar tarafından yaptırılıyormuş. Yani bir nevi "şükür abidesi" imiş.

Eğer kazayı yapan ölürse de yakınları böylesi bir şey yaptırabiliyormuş. Bu sefer de "anıt" oluyor herhalde. Hatta insanlar gördükleri rüya üzerine de, rüyalarında gördükleri yere bazen mimari şaheser denilebilecek ölçüde özenle inşa edilmiş bu minyatür yapılardan bir adet konduruyormuş.
(Bu kısım sonradan eklenmiştir: Türkiye`ye dönüp bu yazıyı yayınladıktan sonra, bunu okuyan Makedonya asıllı bir arkadaşım arayıp söyledi: Bunlar bir tür şapel, Yunanlılar ve Makedonlar buna KAPEVA diyorlar) 

OTOBAN KENARINDA KANTİNA
Yunanistan`a girişten sonra otoban başlıyor. Yol düzgün. Hız sınırı saatte 130 kilometre ama biz ilk kez geldiğimiz bu ülkede yavaş gitmeyi tercih ediyoruz, saatte 90-100 kilometre de fena değil. Ve küçük oğlanın çişi geldiğinden, kısa bir süre sonra ilk molayı alıyoruz. Ama ondan hemen önce 2.40 Euro ödediğimiz bir otoban gişesinden geçiyoruz. Selanik`e varıncaya kadar bu ödemeleri iki kere daha yapıyoruz.

Mola yeri, öyle bizdeki gibi benzinci, süpermarket, restoran, kafeterya tarzı mekanlarla dolu değil. Bir umumi tuvalet ile bir de Türkiye`de maç günleri stadyumların çevresinde konuşlanan cızbız köfte yapılıp satılan minibüs - büfe tarzı işletmelerin benzeri var sadece... Ama bu minibüs (KANTİNA) sırf bu iş için geliştirilmiş bir özel tasarım karoseri`ye sahip ve resmi belgeli.

KANTİNA`yı 50`li yaşlarında bir teyze işletiyor. Bizdeki ortaokulu yeni bitirmiş, SBS sınavına girmiş, aldığı puana göre tercihlerini yapmış ve sonuçları bekleyen çocukları andıran bir kız da teyzeye yardım ediyor. Kendi çocuğu olmalı... Teyze biraz Türkçe biliyor.

GÜMÜLCİNE, KAVALA, MISIR TARLALARI...
Bizim oğlanlar, KANTİNA`dan aldığımız ama içinde domuz eti olmasın (Mesele sadece dinin gereği değil, en azından alışkın olmadığımız gıdalara bünyemiz ne tepki verir bilemeyiz, tedbirli olmak lazım) diye tavuklusunu tercih ettiğimiz sandöviçleri bitirdikten sonra tekrar yola koyulduk. Etraf genelde yeşil. Mısır tarlaları yaygın. Seyrek de olsa, hasat edilmiş ekin tarlalarına rastlıyoruz. Mısır tarlaları yağmurlama sistemiyle sulanıyor. Bazı yerlerde göz alabildiğine, döner fıskiyelerden fışkıran suları görüyoruz. Bu fıskiyelerden seyir halinde bulunduğumuz otobanın bazı kısımları da nasipleniyor ara sıra.

ENERJİ NAKİL HATLARI
Yol üzerinde hareket halindeyken fotoğraf çekmeye çalışıyoruz. Ben direksiyonda olduğumdan ya hanımdan ya da çocuklardan rica ediyorum. Son yıllarda yoğunlaştığım enerji medyası işinden ötürü algıda seçicilik söz konusu. İyi fotoğraf vereceğini düşündüğüm enerji nakil hatları, özellikle yüksek gerilim hatları gördüğümde ille de fotoğraflarını çekmeye özen gösteriyorum. Bir yerlerde lazım oluyor netekim ve çok işe yarıyor bu alışkanlığım. Artık elimizde Gümülcine-Kavala arasında otobanda yol üzerindeki bazı yüksek gerilim hatlarının fotoğraf kareleri de mevcut. Yani Enerji Günlüğü`nün (http://enerjigunlugu.net) fotoğraf arşivi zenginleşiyor.



İLK DURAK SELANİK
Türkiye`deki arkadaşlardan aldığım bilgiler ışığında, Yunanistan`a girişten 40-45 dakika kadar sonra (Aslında sonradan anladık ki, bu süre çok daha uzunmuş, Kavala`dan geçiliyormuş Ada`ya) feribotla Tasos (Taşoz) Adası`na geçip orayı görmeyi planlamışken, yolda bundan vazgeçip, doğruca Selanik`e gitmeyi kararlaştırıyoruz.

Yolda sadece mısır ve buğday tarlalarına rastlamıyoruz. Enerji konusunda da tek gördüğümüz nakil hatları değil. Gümülcine-Kavala arasında bir yerlerde, bir termik santral görüyoruz. Hem onun hem de şebekeye bağlantı sağlayan hattın bir bölümünün fotoğrafını çekiyoruz.

Bir süre gittikten sonra bu kez yolun solunda, yani Ege Denizi yönünde bir güneş tarlası dikkatimi çekiyor. Onun fotoğrafını çekebilmek için otobanda arabayı durduruyorum. Yoldan tek tük araç geçtiği için rahatlıkla fotoğraflıyorum. Hava sıcak. Güneş yakıcı. "Evet" diyorum, "Komşu, bu yakıcı güneşten yararlanmaya başlamış, bizde henüz bir arpa boyu yol gidilmiş sayılmaz bu konuda... "

Gün batımına yakın Selanik`e ulaştık. Doğruca deniz kıyısını, rıhtımı hedefledik. Kazara olsa gerek, yol kenarında arabayı park edecek bir yer bulduk. Bizim büyük oğlanın, "Galata Kulesi`ne benziyor baba" dediği tarihi bir kulenin de bulunduğu rıhtıma yürüdük.
Gerek gördüğümüz insan profili, gerekse diğer özellikleriyle kısmen İstanbul`u, biraz Antalya`yı ama pek çok yönüyle bilhassa İzmir`i andırıyor burası.

PTT SINIRDA DÖVİZ ALIYOR AMA SATMIYOR
Yunanistan`a geçmeden önce, İpsala`da bir köftecide karnımızı doyurmuştuk. Ve buradan telefonla bir arkadaşı arayıp, Yunanistan`da kredi kartı kullanımının ne kadar yaygın olduğunu sordum. "Hiç sorun olmaz, her yerde geçiyor" dedi arkadaşım. Biraz da buna güvenerek, ufak tefek acil durum ihtiyaçlarını karşılamaya yeteceğini düşündüğüm miktarda nakit döviz bulundurmak üzere bir miktar para çektim ilçedeki banka ATM`sinden. Sonra bunu sınırdaki gümrüksüz bölgede Euro`ya çevirtmek istedim.

Gümrükteki PTT Şubesi 2.50 TL`ye Euro alıyor ama satış yapmıyor. Karşısındaki banka şubesinde ise 1 Euro, 2.70 TL`den satılıyor. Biz, PTT`deki uygulamayı tam bilmeden kuyruğa girmiştik bile. Bu arada "Biz satmıyoruz, sadece alıyoruz" diye en önlerdeki bir vatandaşa seslendiğini duyduk PTT memurunun.

Bunu duyunca, hemen önümüzdeki iki kişiye, ellerindeki dövizi bize verip veremeyeceklerini sorduk. Böylece hem onlar hem biz kuyruk beklemeden işlerimizi bitirip çıkabilecektik. Onlar da "tamam" dedi ve oracıkta alışverişimizi yapıverdik.

Allahtan işimizi hızlı bitirmişiz ki PTT memuru sandalyesinden kalkıp "Bu işi burada yapmayın, beni işimden mi edeceksiniz?" dedi. Tamam, memur haklı da, neden sadece döviz alıyor da döviz satmıyor PTT? Yani bu işin kazancı stoklamakta değil, ticarette değil mi? Karşısındaki Banka şubesi ile rekabet etmemek için mi böyle davranıyorlar. Bizim bilmediğimiz başka bir şey mi var işin içinde?

POS ALLERJİSİ VE NAKİT SIKINTISI
Döviz alma meselesini anlatmamızın nedenine gelelim. Yunanistan`da, otoyol üzerinde verdiğimiz ilk molada yaptığımız harcama miktarı, elimizdeki nakit paranın bizi zannettiğimiz kadar idare etmeyeceğini gösterdi. Bu yüzden Selanik`te tüm harcamalarımızı kredi kartıyla yapmaya karar verdik. Ama nerde?
Uğradığımız ilk büfede çocuklar birşeyler yiyecek, soğuk bir şeyler içecekti. Fakat kredi kartıyla tahsilat yapmadıklarını öğrendik ve başka bir yere yöneldik.

Baktık ki, rıhtıma yakın ara sokaklardaki pekçok dükkanda, kafeteryada, restoranda kredi kartı kullanılamıyor. Hatta, Yunanistan`ın McDonalds ve Burger King türü Amerikan gıda zincirlerine direnmesinin sembolü olarak gösterilen, yerel Goody`s zincirinde bile...

Kredi kartı kullanamayışımız üzerine, Yunanistan`ın birkaç yıldır içinde bulunduğu sistemik kriz geldi aklıma. Bir ara ülkede banka hesapları dondurulmuş, bankalardan para çekilmesi bile durdurulmuştu. Bu gelişmelerin bankaların vatandaş nezdindeki kredibilitesini sıfırlamaması imkansız. İşte bu yüzden olsa gerek, dükkanlar tahsil edemeyecekleri bir parayı kaydi olarak değil, nakden almayı tercih ediyor olsalar gerek.

İşte bu kredi kartı ve POS allerjisi yüzünden, sınırlı nakitimizden bir miktarı, daha ilk akşamdan harcamak zorunda kaldık. Tabii bir de acemilik var. Yer bilmeyiz, yurt bilmeyiz. Nerede ne var, ne yok öğrenmek zaman alacak. Bazı ihtiyaçlar zamana bırakılamıyor haliyle.

BİZİ TEK ODAYA SIĞDIRAMADILAR :)
Hava karardıktan sonra konaklayacak bir yer ayarlamak için harekete geçtik. Telefonla dolaylı olarak tanıdığım, Yunanistan`da yaşayan bir Türk arkadaşı aradım. Bizi bir otele yönlendirdi. Gittik, otel güvenilir ve temiz görünüyordu. Adı da bizim memleketi çağrıştırıyordu: Anatolia. Ama istedikleri ücret (İki oda, 170 Euro`ya yakın) hiç bize göre değildi. Üstelik tek bir oda vermeyi kabul edemeyeceklerini, ikisi çocuk dört kişi için en az iki oda vermeleri gerektiğini söylediler.

GÖRMEDİĞİN ODAYA 80 EURO!
Bunun üzerine, Anatolia`yı ararken yol üzerinde gördüğümüz diğer otel tabelalarını hatırladık ve oraya doğru yöneldik. Ve içinde üç-dört otelin yer aldığı bir sokağa girip aracımızı park ettik. Yolun karşısında gördüğümüz otelin lobisine girdik.
Resepsiyondaki görevli, bize göre çok ucuz olmasa da öncekinden daha düşük bir fiyat söyledi. Aslında oda fiyatı düşük değil de, tek odayı kabul ediyor, tek fark bu! Odaları görmek istedik, resepsiyondaki görevli, yalnız olduğu için bunu yapamayacağını söyledi. İnanamadık. Israrımız da işe yaramadı. Görmediğimiz bir odaya nasıl o parayı verecektik? Görevlinin yaklaşımının da etkisiyle, "Zaten bize göre değil galiba burası" diyerek çıktık.

Biraz ötedeki bir başka otele yöneldik. Biraz topluca, 55-60 yaşlarında sempatik bir görevli karşıladı bizi. Yanında da 25-30 yaşlarında bir başka görevli... Oh! Anlaştık. Tek oda, üç yatak artı kahvaltı için istediği 60 Euro`yu, 55 Euro`ya indirdi. Türk müşterilerle tanışık olduklarını ifade etti. Özellikle Almanya üzerinden Türkiye`ye giden gurbetçilerin ve bazı Türk TIR şoförlerinin de bu otelin müdavimleri arasında yer aldığını öğrenmiş olduk. Otelin adı AD Imperial...

ATATÜRK`ÜN DOĞDUĞU EV...
Selanik`e gelip de ne yapacaksın? Tarihi turistik yerleri nerelerdir, nereye gidilir? Bu sorulara verilecek ayrıntılı cevabımız yok. En iyi bildiğimiz şey, Atatürk`ün Selanik`te doğduğu.



Sabah kalkıp kahvaltıyı yaptıktan sonraki ilk işimiz, Atatürk`ün doğduğu eve gitmek. Şanslıyız, yürüyerek yarım saatte gidebileceğimiz bir mesafedeymiş. Ama aynı zamanda şanssızız, müzelerin tatilde olduğu bir gündeyiz: Pazartesi... Başka günler olsa neyse ama haftanın ilk günü olduğundan bahçeye bile alınmıyoruz. Bu ev Türk konsolosluğuyla yan yana bir müze.

Atatürk Evi`nin ziyarete kapalı olduğunu bilen ama yine de bahçesine kadar girip bakmak, hatıra fotoğrafı çektirmek isteyen, bizden başka bir aile daha var. Ortaokulu bitirip SBS`ye (Yoksa LGS miydi bu sınavın adı? Bu iş bir deneme tahtasına döndüğü için sınavın, sınav sisteminin adını bile tam hatırlayamıyorum) girmiş kızlarıyla birlikte gelmiş bir çift.

Adam, Kayseri asıllı. Dedesi, mübadele sırasında Kayseri`ye gelmiş. Yıllardır bu ziyareti yapmayı planlamış, hatta daha önce birkaç kez vize aldığı halde gelememiş. Kısmet bu seneye imiş. Dedesinin eski köyünde yaşayan, kendileri olmasa da büyükleri Türkiye`den gelmiş Rumlar onları bağrına basmış. Çok iyi ağırlanmışlar.

Ama Atatürk evine girememesine fena halde içerliyor. Hatta haberleri de takip etmiş gazetelerden, Ramazan Bayramı`nda ziyarete açık olacağını okumuş Atatürk Evi`nin...

Anne bir öğretmen. Bahçesine giremediğimiz evin sokak tarafındaki girişinde tanışıyoruz onlarla. Burada fotoğraf çekimleri konusunda yardımlaşıyoruz. Sonra Konsolosluk Kapısı`na gidip, o kadar yolu gelmişken bahçeye kadar girmenin bir yolunu bulabilir miyiz diye düşünüyoruz.

Konsolusluk kapısının zilini ısrarla çalınca, 25-30 yaşlarında bir genç kadın çıktı karşımıza... Derdimizi anlattık. Prosedürü aktardı bize. Ama bu, zaten bildiklerimizin basit bir tekrarından ibaretti. Yanımızdaki Aile durumdan yakındı. Öğretmen Hanım, yakınma ve eleştirileri, hükümetin Atatürk adına yönelik alerjisine kadar vardırdı.

Konsolosluk görevlisi (kıyafetine, özellikle ayakkabılarına bakınca "genç siviller" mensubu havası veriyor) genç kadın, kullandığı cümleler birebir böyle olmasa da özetle şunları söyledi: "26 yaşındayım, bütün olası risklerine rağmen bu Konsolosluk`ta çalışıyorum, Müze (Atatürk evi) Kültür Bakanlığı`na bağlı. Ben size Atatürk sevgimi, memleket sevgimi ispat etmek zorunda değilim. Ama Kültür Bakanlığı`nı savunmak durumundayım."

Hem bu genç kadından hem de konuştuğumuz diğer kişilerden, Kültür Bakanı Ömer Çelik`in en geç bir ay içinde tadilatı tamamlanmış Atatürk Evi Müzesi`nin açılışı için Selanik`e geleceğini öğreniyoruz... (Bu yazıyı yayınlamadan iki gün önce, gazetelerde Bakan Ömer Çelik`in Atatürk Evi`nin açılışını yaptığını okuduk.) 

Oradan çıkıp, otele dönmüyoruz, Selanik`i de hemen terk etmeye niyetimiz yok. Gidip bir yerlerde denize girelim istiyorum. Yolda Aqua Park tabelası görünce çocuklar atlıyor hemen, oraya gidelim diye... Ama yemezler. Selanik`e kadar gelip Ege Denizi`nde çimmek yerine havuzda oynayacağım öyle mi? Yok...

Şehrin banliyösü sayılabilecek Doğu Yakası`nda bir yerlere gidiyoruz. Yolda durup benzin de alıyoruz o ara. Nasıl desem, bizim Anadolu Yakası`nda Bayramoğlu, Avrupa Yakası`nda Kumburgaz ya da Marmara Ereğlisi gibi bir yer düşünün. Biraz daha lüksünü hayal edin. Öyle evler, villalar ve butik oteller var. Plaj güzel. Temiz sayılır. Su sığ.

Denize girebilmek için soyunma kabini arıyoruz ama yok. Demek ki, burada sadece otellerde ya da evlerde kalanlar denize girebiliyor. Soruyoruz etraftaki barlara, kafeteryalara, işletmelere, restoranlara, öyle bir yer gösteremiyorlar bize.

Neyse gidip arabanın yanında çocuklarla birbirimizi büyük havlularla perdeleyerek, mayolarımızı giyiyoruz. Çocuklarla bol bol oynuyoruz. Ama akşamüzeri olduğundan biraz serin ve üşüdük galiba. Büyük oğlan hala öksürüyor, aradan geçmiş iki hafta. Orada kaptı bence şifayı...

Denizden çıktıktan sonra mıydı yoksa girmeden öncemiydi, oradaki bir restorana girip bir şeyler içmek istiyorum. Tipinden anlamıştım zaten, konuşurken ağzımdan çıkan bir Türkçe kelime üzerine o kendisi söyledi Türk olduğunu. İskeçe`de oturuyormuş.

Geçtiğimiz yıllarda Türkiye`nin güney kıyılarına yakın bir Yunan adasında da çalışmış. Adını da söyledi ama aklımda kalmamış. Bodruma yakınlarında bir yerlerde olmalı. Ada`da çalıştığı restoranın sahipleri de Türk imiş. Yine gider misin diyorum, çok da istemiyor anlaşılan. Çoluk çocuk zor oluyormuş.

MAKEDONYA`YA DOĞRU...
Selanik`te bir gece daha kalacağız. Otelin atmosferinden de memnunuz zaten. Hatta sabah kalkıp, müzeler açık olacağı için belki Atatürk Evi`nin bahçesine gideriz diye düşündük. Ama olmadı. Sabah kalkıp kahvaltımızı yaptıktan sonra Selanik`ten ayrıldık. Türkiye`den ayrılırken kararlaştırmamıştık ama yönümüzü Makedonya`ya çevirdik. Şu gölüyle ünlü Ohrid (Ohri) şehrine...

Bakalım yolda bizi neler bekliyordu? Ve de tabii Ohri`de...

Fırsat buldukça anlatmaya çalışacağız... 

VE ANLATTIK. GEZİ GÜNLÜĞÜ: YUNANİSTAN`IN ENERJİSİ II İÇİN TIKLAYINIZ