1. YAZARLAR

  2. Hüseyin ORTAK

  3. Enerji zamlarının arka planında ne var?
Hüseyin ORTAK

Hüseyin ORTAK

Köşe Yazarı
Yazarın Tüm Yazıları >

Enerji zamlarının arka planında ne var?

Geçen haftaki yazımızda, yılbaşında yapılan yüksek oranlı doğalgaz ve elektrik zamlarının hangi makro ekonomik koşulların ürünü olduğunu inceleyen yazıyla devam edeceğimi söylemiştim.

Günlük konuşmalarda çokça kullanılan rutin kelimesi Fransızca’dan dilimize geçmiştir. Yol kelimesi olan “Route” bir küçültme ekiyle “Routine” halini alarak dilimize intikal etmiştir. Bildiğiniz gibi her zaman yapılan ve alışkanlık haline gelmiş işler anlamında kullanılmaktadır.

Ülke ekonomisi de aslına bakarsanız, bir yıl içinde yapılan ve kendi rutini içerisinde olağan ekonomik faaliyetlerin toplamı ve bu faaliyetlerin ürettiği gelirdeki gerçek artıştır. Rutin ekonomik faaliyetlerden kastımız, üretim, yatırım, harcama gibi toplumsal hayatın süreklilik arz eden ekonomik eylemleridir.

Bir ülke ekonomisinin bir yılda elde ürettiği gelir, eğer adil bir gelir dağılımı varsa, bütün toplum kesimlerine, ürettikleri katma değer ölçüsünde pay edilir.

Dağılan bu gelirden tüm toplumsal sınıflara yayılmış ekonomik refah ve buna bağlı olarak kasası elde ettiği gelirle zenginleşmiş devlet ortaya çıkar. Yani herkesin payından mutlu olduğu ve rutin işlerini severek yaptığı bir tablo oluşur.

Kimi zaman ise bu tablo tepetaklak olur. Ekonomi aktörlerinin rutin faaliyetleriyle elde ettikleri gelir ve/veya gelirden aldıkları pay geçmiş yıllara göre azalır. Rutinden çıkış dönemleri de denebilecek bu zaman dilimlerine iktisatçılar “kriz dönemi” adını verir. Kriz tahmin ve takdir edeceğiniz gibi kısa dönemleri etkiler. Süre uzar, sorun bir takvim dönemine yaklaşır ve daha ötesine geçerse buna buhran dönemi adını vermek daha doğrudur.

İçinde bulunduğumuz Ocak ayının son haftalarından itibaren elektrik ve doğalgaz zamları faturalara yansımaya başladı. Ve çok uzun süreden bu yana yapılan en yüksek oranlı zamlara yönelik kamuoyundaki sert tepkiler de devam etti, ediyor.

Tüm dünyada enerji fiyatlarının yükseldiği bir dönemde yaşanması, bu zamların dünya konjonktüründen kaynaklandığını düşündürüyor. Ama biraz detaylı bakınca durum çok da öyle değil gibi.

Uzun yıllardır elektrik tarifeleri, maliyetlerdeki artışlara karşılık bu artışlardan daha küçük oranlarda artırılmıştı. Elektrik cephesinde durum böyleyken, doğalgaz cephesinde BOTAŞ , benzer şekilde doğalgazı aldığı fiyatın oluşturduğu maliyetin çok altında satarak bilançosunda yıllara sari zarar üretmişti.

Elektrik ve doğalgazda şirketlerinde oluşan bu zararlar, vergi affı, borç faizi silinmesi gibi yollarla kamu maliyesi tarafından karşılanmıştı. Şimdi artık oluşmuş bu zararları, yani Hazinenin vergi kayıplarını ve hükümet bütçesinden zarar finansmanını kamu maliyesi olarak taşıyamaz hale geldi. 

Enerji Günlüğü Genel Yayın Yönetmeni Mehmet KARA'nın bir yazısında ayrıntılarını anlattığı Bu durumun nedenleri anlamak için yakın 2000 yılına kadar gitmek gerekli. Türkiye ekonomisi 2018 yılı Ağustos ayından beri şok düzeyinde yüksek kur artışları yaşıyor. Bu artışlar, enerji kaynakları açısından neredeyse tamamen ithalata bağlı ülkemizde enerji hammadde ve üretim maliyetine ilişkin sorunları iyice belirginleştirdi. Bu tespitimizi akılda tutarak, oluşan bu sonucun hangi kaynaklardan beslendiğine bakalım.

2000 yılı sonrası dönemde küresel likidite bolluğu, kredi arzının çok düşük kredi faizleri üzerinden canlanmasına sebebiyet verdi. Bu bolluk döneminde artan ucuz kredi arzı, sadece ekonomilerin uzun dönemli kârları etkilemekle kalmadı aynı zamanda da gerçek anlamda faaliyet kârı üretemeyen firmaların da bitkisel hayatta bile olsalar ayakta kalmalarına neden oldu. Hafızası güçlü olanlar 2009 krizinde dünya finans sisteminin taşıdığı “toksik varlıklar” problemini hatırlayacaktır.

Ülkemiz gibi yeterli tasarruf hacmine sahip olmayan, büyümesinin ve harcamalarının finansmanını yabancı kaynaklarla yapmak zorunda olan ekonomiler bu likidite bolluğundan önemli ölçüde faydalandılar. Bu dönemde bir çok ülkede bankacılık sektörünün aktif toplamı GSYİH toplamlarının bir kaç katına çıktı. Küresel likidite bolluğundan ülkemiz de faydalandı.

Bilindiği gibi 2000 ile 2015 arası yıllar krediye erişimin kolay olduğu yıllar olarak hafızalarda tazedir. Bu dönem şirketlere verilen kredilerin yanı sıra bireylere verilen kredilerin de arttığı ve çeşitlendiği dönemdir. İhtiyaç, konut ve taşıt gibi krediler bu dönemde hızla artmış, dünyadaki likidite bolluğuna paralel olarak, kredi fiyatları düşmüş vadeleri ise uzamıştı.

Krediler aracılığıyla artan tüketim talebi yerli üretimle yeterince karşılanamadığı için yerli üretim göreli olarak düşmüş ve ekonomideki büyüme ithalat ağırlıklı bir hale gelmişti. Başlıca üretken faaliyetin inşaat olduğu bu dönemde, tüketim ve konut alımlarının kredi kartlarıyla yapılan taksitli krediler ve mortgage kredileriyle yapıldığı bilinen bir gerçektir. Büyüme için elzem olan bu harcamalar ise sadece ucuz krediyle teşvik edilebiliyordu.

Anlattığım bu kredi yapısı, Türk bankacılık siteminin nerdeyse yapısal bir unsuru haline geldi. 2018 Ağustos devalüasyonundan sonra da bu yapı kırılamadı. Uzun yıllar değerli Türk lirası ve düşük kredi faiziyle yaşamayı varoluşsal bir duruma dönüştüren Türkiye ekonomisi, yabancı kaynak ve düşük faiz dışında yaşayamaz hale geldi.

Yukarıda tasvir etmeye çalıştığım tablo, enerji üretimi ve dağıtımını özelleştirmeye çalışan ülkemizde, enerji özelleştirmeleri ve yeni yatırımlarında da ucuz banka kredilerinin yaygın kullanıldığı bir durum ortaya çıkardı. Özel sektör enerji yatırımlarında kullanılan bu krediler günümüzde de enerji şirketlerinin bilançolarında ana maliyet kalemlerinden birisi olarak hala görülmektedir. Yatırım finansman maliyetlerinin yüksekliğinin yanında kömür ve doğalgaz kullanarak üretim yapan santralların kur artışlarından kaynaklanan maliyet artışları elektrik üretiminin önemli sorunlarından biri olarak gündemde yerini ve önemini korumaktadır.

Yazımın başında işlerin iyi gitmediği ve ekonominin büyüyemediği dönemler rutinin bozulduğu dönemlerdir demiştim. Bu dönemler, gelirlerin azaldığı ve azalan gelirden toplumsal sınıfların pay alma çekişmesinin arttığı zor koşullardır. İste Türkiye ekonomisi enerji zamlarıyla böyle bir durumda karşı karşıya kalmıştır.

Önümüzdeki hafta bu konuya global enerji piyasasında neler oluyor? Enerji ve enerji hammaddesi fiyatları neden artıyor? Enerji piyasasında balon mu var? sorularının yanıtlarını arayarak devam etmek istiyorum.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar