1. YAZARLAR

  2. Halil DAĞ

  3. Enerji meselesini Çin merkezli düşünmek
Halil DAĞ

Halil DAĞ

Yazarın Tüm Yazıları >

Enerji meselesini Çin merkezli düşünmek

Dünya enerji tüketiminin 1995`ten 2030`a altı kat artması bekleniyor. Aynı dönemde Çin`in tüketiminin 6 kat büyüyeceği tahmin ediliyor. Çin`in küresel enerji tüketimindeki payının bugünkü yüzde 20 mertebesinden, yüzde 30`a çıkması öngörülüyor. Bu durumda

Maddenin deviniminin hem sebebi hem sonucu olan enerji, modern anlamda insan yaşamına girdiğinden beri insan yaşamının ana dinamiği olmuştur. İnsanoğlunun on binlerce yılda kat ettiği ilerlemeden çok daha fazlasını son birkaç yüzyılda sağlayan en önemli faktörlerden birisi hiç kuşkusuz ki enerjinin bugünkü anlamlarıyla kullanılmaya başlanmasıdır.
Sanayi devrimiyle modern işlevler yüklenen enerji ve enerji kaynağı hammaddeler son yüzyılın ana politika materyali olmuştur. 20. Yüzyılın neredeyse tamamı enerji kaynaklarını ele geçirerek dünyada söz sahibi olma rekabeti ile geçmiştir. 21. yüzyılın ilk onu yılı da (benzer argümanlarla) önceki yüzyılın bir tekrarı havası taşımaktadır. Ancak insanoğlunun ulaştığı teknolojik seviye, enerjiyi hala birinci öncelikli bir konu olarak gündemde tutsa da enerjiye dayalı stratejilerin içerik değiştirdiği gözlenmektedir.
Ekonomi ve hayat ne kadar teknolojiye dayalı hale gelirse söz konusu teknolojiyi işlevsel hale getirecek olan enerjiye olan bağımlılık da artıyor. Hele bir de enerji üretiminde kullanılan kaynaklar konusunda yetersizlik söz konusu ise ilgili toplum ve devletin bu kaynakları üreten ya da kontrol eden güçlere olan bağımlılığı, köprüyü tutan Deli Dumrul karşısında yaşanan çaresizliği andırmaktadır.
Bugün, kişi başına tüketim bakımından gelişmiş Batı ülkeleri dünyanın geri kalanına göre kat kat daha fazla enerji tüketmektedir. Batı toplumlarının enerji tüketim talebi, ekonomik büyümeleri ile orantılı bir seyir izlerken gelişme yolundaki ülkelerin enerji talebi Batı ülkelerine göre çok daha fazladır. Bunun başlıca iki sebebi vardır. Birincisi bu ülkelerde artan refah düzeyi, toplumun günlük enerji tüketim talebini çok yüksek düzeyde etkilemektedir. Bu da toplumsal gelişmeye bağlı olarak ortaya çıkan enerji talebinin yüksek oranda gerçekleşmesine yol açmaktadır. İkincisi ise gelişmekte olan ülkelerin enerji verimliliği ve üretimde enerji yoğunluğuna bağlı sorunlarıdır. Bu ülkelerin üretim sistemlerinin önemli kısmı eski teknolojiler olduğu için üretim safhasında enerji kaybı yüksek olmakta ve enerji girdisi optimal verimlilikte kullanılamamaktadır. Bunun yanında bu ülkelerin üretim sistemlerinin enerji yoğunluğunun Batı ülkelerine göre daha fazla olması, üretimdeki her artışın üretim artışına oranla daha yüksek oranda enerji talebi artışına sebep olmasıdır.

Çin’in handikapı
Günümüzün yükselen ekonomilerinden olan ve geleceğin süper gücü yakıştırması yapılan Çin’in temel handikabı da bu iki konudan kaynaklanmaktadır. Ekonomik gelişme toplumsal refaha dönüştükçe ısıtma, aydınlanma gibi alanlarda yeni ihtiyaç kapılarını doğmaktadır. Bu da şimdiye kadar durağan seyreden tüketimi artan oranlı yükseliş trendine sokmaktadır. Öte yandan Çin’in üretim sistemleri, basit üretim sistemleri yerine karmaşık ve modern üretim sistemlerine dönüştükçe –yani ülke devasa bir teknoloji parkına dönüştükçe- üretime dayalı tüketim talebi de benzer şekilde artış meyli göstermektedir. 1995 yılında dünyada tüketilen enerjinin ancak % 10’unu tüketen Çin, 2010 yılı itibarıyla dünyada tüketilen enerjinin yaklaşık % 20’sini tüketmektedir. Bu oranın 2030’lu yıllarda % 30’lara çıkması beklenmektedir. 1995’ten 2030’a dünya enerji tüketiminin yaklaşık 2 katına çıkması beklenirken Çin’in enerji tüketiminin aynı dönemin sonunda 6 katına çıkması beklenmektedir. Görüldüğü gibi Çin’in enerji talebi dünya ortalamasına göre inanılmaz derecede büyük rakamlara karşılık gelmektedir.
Bu ve benzer konular dünya enerji üretimi, tüketimi ve kontrolü meselelerini artık büyük ölçüde Çin eksenli düşünmemize neden olmaktadır.

Dünya siyasetinde enerjinin yeri
20. yüzyılda olduğu gibi günümüz küresel politikaları da enerji etrafında ele alınmakta ve tartışılmaktadır. Daha doğrusu meselelerin özü bazen farklılaşsa bile analistler ve stratejistler hemen her konuyu petrole bağlayarak “suçluyu bulduk” yaklaşımı sergilemektedirler. Bu anlamda “petrol, global siyasetin kötü çocuğu” olarak hemen her olayın müsebbibi damgası yemekten kurtulamamaktadır. Bu değerlendirme genel anlamıyla enerji kavramı için doğru kabul edilebilse bile petrol için bu yaklaşımı sergileme işin kolayına kaçmaktan başka bir şey değildir. Uzun vadeli politikaların sahnelendiği bir alan olan global siyasetin şunun şurasında 40 yıl kadar bir üretim ömrü kalmış olan petrole indirgenmesi meseleleri biraz hafife almak anlamına gelmektedir.
Körfez Savaşları, 11 Eylül ve devamındaki süreç, Akdeniz ve Ortadoğu’nun tamamını etkileyen Arap Baharı, İran merkezli tartışmalar tamamen enerjiye indirgenen sorunlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Enerji derken de kastedilen büyük ölçüde petrol üretim, tüketim, ulaşım ve pazarlamasıdır. Son yıllarda doğalgaz da tartışmaların ağırlıklı konularından birisi olmaya başlamıştır.
Her ne kadar global tartışmalarla enerjinin ilgisini kurmak doğru bir yaklaşım olsa da yeterli bir yaklaşım değildir. Çünkü asıl mesele dünya siyasetinde söz sahibi olmayı sağlayan güç faktörlerine sahip olmaktır. Bu yüzden konunun özünü tek başına enerji değil güç faktörlerinin sahipliği ve muhataplara karşı bir baskı unsuru olarak kullanma isteği oluşturmaktadır.

Güç el değiştiriyor
20. yüzyılın son çeyreği; küresel egemen güç olan ABD’nin düşüşünün başladığı dönem olarak dikkat çekerken 1979’dan itibaren Çin’in etkili ve göz kamaştırıcı bir şekilde yükselişine sahne olmuştur. Öte yandan iki kutuplu dünyanın “ötekisi” kutbu Sovyetlerin çöküşü de bu son çeyreğin bonusu olmuştur.
Şu an devam eden Arap Baharı süreci, tamamen enerji etrafında tartışılan bir konu olarak gündemdeki yerini korumaktadır. Ancak bu sürecin enerjiyle olan bağlantısı önceki olayların enerjiyle olan bağlantısından biraz farklıdır. Önceki olayların çoğu gerçekten de enerji kaynaklarının üzerine konma ekseninde gelişen olaylar olmasına karşın Arap Baharı, enerjiye doğrudan sahip olma yerine ötekilerin enerjiye ulaşımının önüne geçme ekseninde gelişen bir süreçtir. Diğer yandan bu sürecin asıl sebebi; ulus devletlerin aleyhine kullanılabilecek ve isyanları meşrulaştıran bir statüko yaratmaktır. Bu statüko ileride hem Rusya hem de Çin’e karşı kullanılacaktır. Amaç ise yükselen güç Çin’in Soğuk Savaş’ta Sovyetlere yapıldığı gibi çevrelenmesidir.
Arap Baharı eksenindeki çevreleme ilginçtir ki Fas’ta başlamıştır. Libya ve Sudan Çin’in Afrika’daki en güçlü kaleleri iken ikisi de son birkaç yılda düşürülerek Çin’in Afrika’daki kolu kanadı deyim yerindeyse kırılmak istenmiştir. Sudan BM gözetiminde yapılan referandum ile ikiye bölünmüş, Sudan’ın petrolle zengin bölgesi BM gözetiminde yeni bir devlete dönüşürken Çin’in Sudan merkezli enerji ilişkileri de Batının kontrolüne girmiş durumdadır. Libya’da ise Çin ile ciddi işler yapan Kaddafi, NATO operasyonu ile devrilirken yerine Çin’e kapıyı kapatmaya hevesli Batı destekli muhalifler geldi. İran, Hazar Bölgesi, Basra Körfezi gibi yerlerdeki süreçler de benzer şekilde Çin’e giden yolları tıkama stratejisine göre işletilmeye devam etmektedir.

Enerji denince
Enerji denince ilk akla gelen tartışmalar yukarıdaki şekilde ele alınabilir. Ancak enerji sadece petrol demek değildir. Petrol, doğalgaz, kömür gibi fosil ve çevreye çeşitli atıklar bırakan enerji kaynaklarının yanında çevreye daha az zararlı hatta zarar vermeyen pek çok enerji kaynağı vardır. Su, biyolojik enerji kaynakları, rüzgar, güneş gibi pek çok enerji kaynağı günümüzün öne çıkan konularıdır. Özellikle sanayileşmenin neden olduğu karbon ve kükürt bazlı atıkların insan yaşamını olumsuz etkilemesi daha yaşanabilir bir dünya için bu ikici tür enerji kaynaklarına yoğun bir ilgi gösterilmesine neden olmaktadır.
Bu tür enerji kaynakları hemen her ülkede var olan enerji kaynakları olduğu için diğerlerine göre çatışma kaynağı olma potansiyelleri daha azdır. Bunun yanında bu kaynaklara dayalı yeni piyasaların ve ekonomilerin ortaya çıkmaya başlaması, son yıllarda bu enerji türünün yeni bir ekonomik alan olarak gündeme alınmasını sağlamaktadır.

Son yerine
Enerji üzerine bu ilk yazıda enerji konusu hakkında spesifik bir giriş yapmaktansa enerjinin insan yaşamında önemli olmaya başladığı sanayi devriminden bugüne enerjinin serencamına ilişkin kısa bir özet vermenin daha yerinde olacağını düşünmekteyim. Bunun yanında enerjinin dünya siyasetindeki güncel anlamına kısa bir giriş yapmak daha yerinde olur. Bundan sonraki yazılarda çeşitli enerji konularının yanında enerjinin sadece fosil kaynaklar olmadığını da hatırda tutarak yeri geldikçe yenilenebilir enerji kaynakları da denilen hidrolik kaynaklar, güneş ve rüzgar enerjisi gibi konuları da ele almaya çalışacağız.
24.03.2012
https://twitter.com/#!/hdag77

Önceki ve Sonraki Yazılar