1. YAZARLAR

  2. Dr. Nejat TAMZOK

  3. Paris 2015 İklim Zirvesi`nin ipuçları
Dr. Nejat TAMZOK

Dr. Nejat TAMZOK

Yazarın Tüm Yazıları >

Paris 2015 İklim Zirvesi`nin ipuçları

Geçtiğimiz ay New York`ta Birleşmiş Milletler (BM) İklim Zirvesi düzenlendi.
Aslında, BM`nin iklim değişikliğine ilişkin planlı toplantısı, bu yılın sonunda Peru`nun başkenti Lima`da yapılacak. Lima`daki pazarlıklar sonucunda oluşturulacak "yeni küresel yol haritası" ise 2015 yılında Paris`te yapılacak BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 21. Taraflar Konferansı`nda uluslararası bir antlaşmaya bağlanacak.
Kyoto Protokolü`nün yerini alacak olan bu yeni antlaşma ile her ülkenin atmosfere saldığı karbondioksit ve diğer sera etkili gazların sınırlandırılmasına ilişkin kurallar belirlenecek.
Daha doğrusu, niyet bu.

New York Zirvesi ise bir ön toplantı niteliğindeydi. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon, Lima ve Paris öncesinde tüm ülkeleri bir araya getirme ihtiyacı duymuş ve bu yılın başında katıldığı Davos Forum`unda, ülke liderlerini New York İklim Zirvesi`ne davet etmişti. Davetin amacı, Lima ve Paris öncesinde dünya liderlerini harekete geçirmek ve uzun süredir yavaşlayan iklim değişikliğiyle mücadele çabalarına bir ivme kazandırmaktı.

KYOTO`DAN İSTENEN SONUÇ ALINAMADI

Tek bir gün olarak planlanan zirveye 120`ye yakın ülkenin devlet ve hükümet başkanları ya da temsilcileri katıldı.
Zirve öncesinde kentte 100 bine yakın kişinin katıldığı "Halkın İklim Yürüyüşü" yapıldı. Ban Ki-moon, eski ABD Başkan Yardımcısı Al Gore, New York Belediye Başkanı Bill DeBlasio ile Leonardo DiCaprio, Ed Norton ve Sting gibi sanatçılar yürüyüşe katılanlar arasındaydı.

Kirliliğin asıl büyük kısmından sorumlu olan ülkelerin zorunlu emisyon azaltımlarına yanaşmamaları nedeniyle, Kyoto Protokolü`nün yerine geçecek yeni bir antlaşmanın sağlanması amacıyla son beş yılda gerçekleştirilen iklim zirvelerinden hiç bir sonuç alınamamıştı. Bu nedenle, Birleşmiş Milletler, Lima-Paris sürecine özel bir önem vermekteydi.

GELECEĞE DAİR İPUÇLARI

Lima-Paris süreci gerçekten de önemli.
Sürecin sonunda, fosil yakıt kullanımının tamamen sonlandırılmasına kadar varan bir yelpazede çok sayıda beklenti söz konusu.
Paris`te imzalanacak antlaşma sonrasında; yeni bir küresel enerji sistemi, düşük karbon yoğunluklu yeni ekonomiler, kısaca neredeyse tamamen yeni bir dünya beklentisi içerisinde olanlar hiç de az değil.

Acaba bu beklentiler ne kadar gerçekçi? Dünya, ana kirleticiler olan petrolün, kömürün hatta doğal gazın kullanımından tamamen vazgeçemese de bunların tüketimini en azından içinde bulunduğumuz yüzyılın ilk yarısında ciddi oranlarda azaltabilir mi? Bu soruların cevaplarını New York`ta bulabilmek mümkündü.

EMİSYONUN YARISINDAN İKİ ÜLKE SORUMLU

Cevaplara geçmeden önce, iklim değişikliği olgusunun akıbetini büyük ölçüde belirleyecek olan karbondioksit emisyonlarına ilişkin istatistiklere bir göz atmak yararlı olacaktır.

Araştırmalara göre; küresel karbondioksit emisyonu, son yirmi yılda yüzde 50`den fazla artarak 2013 yılında 35 milyar ton düzeyine yükseldi.

Ancak, bu emisyonun yaklaşık yüzde 45`inden sadece iki ülke sorumlu: Çin ve ABD. Bu iki ülkeyle birlikte Avrupa Birliği, Hindistan, Rusya ve Japonya`nın toplam payı ise yüzde 70 düzeyinde.
Karbondioksit emisyonu en hızlı artan ülke Çin. Son yirmi yıllık dönemde küresel karbondioksit hacmi yaklaşık yüzde 50 artarken, Çin`de yüzde 245 arttı. Aynı dönemde Hindistan`daki artış ise yüzde 188 oranında oldu.
Dolayısıyla, iklim değişikliği sürecinin sonuçlarına ilişkin ipuçları, öncelikle bu ülkelerin New York`taki konuşmalarında saklıydı.

ABD: RAKİPLERİMLE PARAREL YÜRÜRÜM

İkinci en büyük kirletici olan ABD`den başlayalım. Başkan Obama, küresel iklim değişikliği tehdidini son derece net cümlelerle ortaya koydu. Konuşması, çevreciler için kulağa son derece hoş gelen ifadelerle süslüydü: "Küresel tehdit", "tehlike yaklaşıyor", "hep beraber bir şeyler yapmalıyız", "bunu ancak bizim jenerasyon önleyebilir", "gelecek nesillere borçluyuz", "ümitlerimiz, rüyalarımız" ve benzerleri.
Ama süslü ifadeleri ayıkladığınızda gerçek olduğu gibi ortaya çıkıyordu. ABD başkanı, "Dürüst olalım. Her ülke `ben bir adım attığımda rakibim de aynı adımı atmazsa bu benim ekonomim için bir dezavantaj olur mu` kaygısını taşıyor" derken aslında Çin, Rusya ve Hindistan karşısındaki kendi pozisyonunu özetlemekteydi: "Eğer ben bir adım atacaksam, aynı adımı rakiplerimden de beklerim."
Öyleyse, ABD`nin rakiplerine dönüp bakmakta yarar var.

ÇİN: CO2 SALIMINI AZALTACAĞIM AMA...

Yerküreyi en çok kirleten Çin`in Devlet Başkanı Xi Jinping zirveye katılmadı. Ama mesajını gönderdi.
Başkan adına konuşmayı yapan yardımcısı Zhang Gaoli, lafı fazla uzatmadı. Konuşmasının daha ikinci paragrafında niyetlerinin ne olduğunu açıkça ortaya koydu. Buna göre; Çin, karbon yoğunluğunu azaltmaya yönelik tedbirlerini alacak ve uygulayacak. Ama bunu başkaları istediği için değil, kendi inisiyatifiyle ve kendi belirlediği ulusal planına göre yapacak.
Gaoli`ye göre, Çin, yaklaşık 1.3 milyar insanın yaşamlarını geliştirmek ve bu nedenle ekonomisini büyütmek zorundadır. Dolayısıyla, Çin`in uluslararası sorumlulukları, kalkınma hedefleriyle ve sahip olduğu kapasiteyle uyumlu olmalıdır.
Yani, Çin, kalkınma hedeflerinden vaz geçemeyeceğini, Paris`te bağlayıcı ya da zorlayıcı bir karara imza atamayacağını daha şimdiden deklare etmiş oldu.
Üç numaralı kirletici olan Hindistan da Çin`den çok farklı bir konumda değildi. Çevre, Orman ve İklim Değişikliği Bakanı Prakash Javadekar`ın mesajı son derece açıktı: “Hindistan`ın ‘İnsani Gelişme Endeksi`ni gelişmiş ülkeler seviyesine çıkarabilmemiz için enerji tüketimimizi bugüne göre 4 kat daha arttırmamız gerekir.” Hindistan`ın da frene basma niyeti olmadığı ortadaydı.
Ya Rusya Federasyonu? İklim değişikliği konusunu pek de inandırıcı bulmadığı söylenilen Putin`in temsilcisi tarafından yapılan konuşmada da ferahlatıcı bir şey bulmak pek mümkün değildi.

AB ÜLKELERİ: BİLDİĞİNİZ GİBİ

Avrupa Birliği`ne gelince…
Pek çok Avrupa ülkesi, bu zirvede de daha önce söylediklerinden pek farklı şeyler söylemediler.
Aslında, neredeyse diğer tüm ülkelerin ABD ya da Avrupa Birliği`nden beklentileri de kuru laf değildi. Ya neydi? Tabii ki para.
Bununla beraber, ne ABD ne de Avrupa`nın gelişmiş ülkeleri öyle çok uzun boylu para konusuna girmediler.

GELİŞMİŞ ÜLKELER: KİRLETEN ÖDEMELİ

Oysa zirveye katılan gelişmekte olan ülkelerin hemen hiç biri, konuşmasında gelişmiş ülkelerden "finansal destek" talebinde bulunmayı ihmal etmedi.
Aralarında Türkiye`nin de bulunduğu gelişmekte olan ülkelerin talepleri aşağı yukarı birbirinin aynıydı: Öncelikle gelişmiş ülkelerin tarihsel sorumlulukları bulunmaktaydı ve bedelini ödemeleri gerekiyordu. Paris`ten zenginleri bağlayıcı bir anlaşma çıkmalı ve emisyon azaltımına ilişkin en fazla çabayı onlar göstermeliydi. Gelişmiş ülkeler gelişmekte olan ülkelere bol sıfırlı para yardımı yapmalı ve sürece katkısı olacak teknolojileri zorluk çıkarmadan gelişmekte olanlara transfer etmelilerdi.

Bu kapsamda zirvenin en gerçekçi konuşmasını, diplomatik dili de fazla umursamadan Bahamalar yaptı: "Para olmadan hiç bir şey olmuyor. Gelişmiş ülkeler konuşacaklarına kesenin ağzını açsınlar. Söz verdikleri yıllık 100 milyar dolarlık finansal desteği netleştirsinler."
Bu arada, gelişmekte olan ülkeler arasında, `biz kömürden, petrolden vaz geçiyoruz` diyen ise pek olmadı.

ABD`Lİ HİNTLİ`NİN DÖRT KATI ELEKTRİK TÜKETİYOR

Sonuca gelirsek...
Gelişmekte olan ülkelerin, kendi vatandaşlarının refahı gelişmiş olanların seviyesine gelene kadar yarıştan vaz geçmeyecekleri ortada.
İklim değişikliği sürecinde belirleyici olan Çin ve Hindistan söz konusu olduğunda ise refah farkı daha da belirgin hale geliyor.
Ortalama bir ABD vatandaşının tükettiği elektrik miktarı Çin`de tüketilenden 4 kat, Hindistan`da tüketilenden ise yaklaşık yirmi kat daha fazla. Asya-Pasifik Bölgesi`ndeki pek çok ülkenin, tükettikleri elektriğin önemli bir kısmını kendi evlerinde değil de gelişmiş ülke vatandaşları tarafından kullanılan bilgisayardan giyime tüketim malzemelerinin üretiminde kullandıkları dikkate alındığında, aslında kişisel tüketim farklarının çok daha büyük olduğu görülmekte. Gelişmiş ülkelerde elektriğin ortalama üçte ikisi evlerde tüketilirken Çin`de bu oran sadece yüzde 12 düzeyinde.
Her bin kişiye düşen motorlu taşıt sayısı ABD`de 800, İngiltere`de 520 ve Almanya`da 570 iken Çin`de 190 ve Hindistan`da ise sadece 40 civarında. Çin`de otomobili olan hane sayısı hala yüzde 5`ten daha az.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.

ÇİN VE HİNDİSTAN`DA OTOMOBİL PATLAMASI

Genel olarak üretime dayalı olan Çin ve Hindistan ekonomilerinin tüketim odaklı ekonomiler haline dönüştüğünde ortaya çıkabilecek enerji tüketimini tahayyül edebilmek oldukça zor. Ama pek çok araştırma, Çin ve Hindistan`ın, otomobil ya da elektrikli ev aletleri sahipliği noktasında bir patlamanın eşiğinde olduğunu göstermekte.
1.3 milyar nüfusa sahip Çin`in 2030 yılına kadar 200 milyon kişi daha artacağı, Hindistan nüfusunun aynı yıllarda Çin nüfusunu geçeceği, her iki ülkede de kentleşmenin son derece büyük bir hızla artmakta olduğu gerçekleri de dikkate alındığında, kişi başına refah seviyesi artışına ilişkin ortaya konulan hedeflerin toplam küresel enerji tüketimini bir patlama noktasına getireceği son derece açık.
Bununla beraber, endüstrileşmiş ülkelerin, tarihte kendi izledikleri yoldan gitmemeleri gerektiği ya da ortalama refah düzeylerini kendi vatandaşlarının sahip olduğu düzeye çıkarmamaları konusunda gelişmekte olanları ikna edebilmeleri de kesinlikle mümkün değildir.

PASİFİK`TE ÖNCELİK REFAH ARTIŞI

Dolayısıyla, dünyada tüketilen birincil enerjinin zaten yüzde 40`tan fazlasını tüketen Asya-Pasifik Bölgesi`nin enerji tüketimini en azından aynı hızda arttırması kaçınılmazdır. Bu arada, hangi kaynağa en kolay erişebiliyorlarsa onu kullanmakta da tereddüt etmeyeceklerdir.
Dolayısıyla, başta Çin ve Hindistan olmak üzere Asya-Pasifik ülkelerinin; ama aynı yüksek hızda olmasa da Latin Amerika, Afrika ve hatta muhtemelen Doğu Avrupa`daki gelişmekte olan ülkelerin kalkınma taleplerinin Paris`e ilişkin yüksek beklentilerin gerçekleşmesini engellemesi son derece muhtemeldir. Bu sürece, küresel enerji piyasaları dinamiklerinin de eşlik edeceği ise son derece açıktır.

PARİS ZİRVESİ`NDEN DEVRİM BEKLEMEYİN

Sonuç olarak, New York İklim Zirvesi`ndeki konuşmalardan sonra, Paris 2015`de iklim değişikliğine ilişkin devrimci kararların çıkmasını beklemek aşırı iyimserlik olacaktır.
Dolayısıyla, zorlayıcı kararlar bu defa da işe yaramayacak ve Dünya ikliminin, ciddi verimlilik artışlarına ve sıfır emisyon uygulamalarına yol açacak bir teknoloji devrimini beklemekten başka çaresi kalmayacak gibi görünmektedir.
Ankara/Ekim 2014
nejattamzok [at] yahoo.com

Önceki ve Sonraki Yazılar