1. YAZARLAR

  2. Mehmet ASLAN

  3. Okyanusu geçip derede boğulan TEK genel müdürü: Sedat Yıldız
Mehmet ASLAN

Mehmet ASLAN

Köşe Yazarı
Yazarın Tüm Yazıları >

Okyanusu geçip derede boğulan TEK genel müdürü: Sedat Yıldız

dogancan-akyurek-sedat-yildiz.jpg

Sanırım 1992 yılı Eylül ayı ortalarındaydı. Yatağan Termik Santralı İşletme Müdürü Mehmet Hoşoğlu bir dış görevde olduğu için Müdürlüğe ben vekâlet ediyordum. O gün öğleden sonra çok iddialı bir maç vardı. Santralın bazı üst kademe yöneticileri (İdari Müdür Yardımcısı Cüneyt Oktay, İşyeri Doktoru Ferit Turan, Muhasebe Şefi Rıza Ergen, Koruma Amiri Ali Kazıl, ...) binada sadece İşletme Müdürü’nün odasında olan televizyonda maçı seyretmek istediler. Televizyonu açtık, ama ben futbolla uzaktan yakından ilgim olmadığı için kısa sürede sıkıldım ve arkadaşlardan izin isteyip Teknik Bina’ya gittim.

Aradan ne kadar zaman geçti bilemiyorum, santral giriş kapısındaki bekçi telsizden beni aradı. Genel Müdür Sedat Yıldız’ın geldiğini ve İdari Bina’ya geçtiğini söyledi. “Eyvah!” dedim. “Adam tam zamanında baskın yaptı, şimdi bizim arkadaşları maç seyrederken yakalayacak…” Hemen arabama atlayarak son sürat İdari Bina’ya döndüm.

Sedat Yıldız, henüz birkaç hafta önce Genel Müdür olmuştu ve onu hiç birimiz tanımıyorduk. Çünkü kurum dışından gelmişti.

Hızla merdivenleri çıkınca odamda birilerinin oturmakta olduğunu gördüm. Cüneyt Bey, ayakta, ceketsiz, beyaz gömleğinin kolları dirseğe kadar sıvalı, elleri ceplerinde, gayet laubali bir şekilde ve sırtı bana dönük olarak adamlara bir şeyler söylüyordu: “Valla, ne diyeyim, Mehmet Hoşoğlu Bey şu anda yok, dış görevde. Ama isterseniz, Teknik Müdür Yardımcısı Mehmet Bey’i çağırayım size…”

Durumu anladım. Hemen Cüneyt Bey’in yanından sıyrılarak: “Hoş geldiniz Sayın Genel Müdür’üm” deyip elimi Sedat Bey’e uzattım. “Buyrun” diyerek İşletme Müdürü’nün odasına aldım. Cüneyt Bey hemen ortadan kayboldu. Biraz sonra da ceket-kravat resmi kıyafetle gelerek Genel Müdür’den özür diledi.

Sedat Bey, gayet babacan bir tavırla gönlümüzü aldı: “Ne olacak canım, boş verin, işletme hali bu… Biz de fabrikalarda az işletmecilik yapmadık, biliriz bu işleri!”

Sonradan öğrendiğime göre, bereket ki maç Genel Müdür’ün gelişinden hemen önce bitmişti! Bizimkileri maç tezahüratları içinde yakalasaydı Sedat Bey buna da “işletme hali” der miydi bilemem…

Her neyse, santralla ilgili kısa bir sohbetten sonra Sedat Bey akşam birlikte yemek yememizi ve bu yemeğe bütün Mühendisleri davet etmemi istedi. Sedat Bey’le ilgili ilk izlenimlerimiz çok iyiydi. Ama akşam çok daha iyi, olağanüstüydü. Hepimizin kalplerini fethetti o akşam.

Sedat Bey yemekte, gayet alçakgönüllü bir şekilde, bütün mühendislerle tek tek konuştu, sohbet etti, espriler yaptı. Kendine güvenli, sevecen ve samimi bir insan izlenimi veriyordu. Daha önce çalıştığı fabrikalarda başına gelen ilginç şeylerden, bize hiç te yabancı gelmeyen işletmecilik anılarından bahsetti. Kütahya Azot’taydı galiba, başından geçen ve hayati tehlike atlattığı bir olaydan bahsetmişti, ama şimdi neydi unuttum. Bu arada, bizimle birlikte yemeğe katılan, Yatağan Röle ve Ölçü Aletleri Başmühendisi, ODTÜ’den sınıf arkadaşım Mehmet Çakır’a dönerek: “Yalnız senin rulolarda iş yok!” dedi. “Bantlar doğru dürüst çalışmıyor…” O sıralarda tamiri devam eden 13 km. uzunluğundaki Tınaz-Bağyaka Kömür Nakil Bantlarının konveyör ruloları bir firmaya sipariş edilmiş, bu konuyla ilgili bazı olumsuzluklar basına intikal etmişti. Mehmet Çakır şaşırdı, “Efendim, bizim rulolarla ilgimiz yok!” dedi. Genel Müdür “rulo” ile “röle”yi birbirine karıştırmıştı!

Benim en çok dikkatimi çeken ve hoşuma giden sözü ise şu oldu: “Bakın beyler, ben Genel Müdürlüğe muhtaç bir insan değilim. Daha önce üç kez Genel Müdür oldum. Çimento’da, TÜGSAŞ’ta ve Demir-Çelik’te. Ben TEK’in Genel Müdürlüğüne Süleyman Bey’in daveti ve özel ricası üzerine geldim. Üstelik piyasada çok kârlı bir şekilde çalışan şirketimi de bırakıp geldim. Yani şahsen kârda değil, zarardayım. Bu yüzden, öyle kasaba siyasetçilerine falan pabuç bırakacak adam değilim. Bana güvenin, hiç çekinmeyin, nasıl gerekiyorsa öyle yapın. Arkanızda ben varım, sizi yarı yolda bırakmam. Ama baktım olmuyor, alın atınızı verin tımarımızı derim, çeker giderim…”

Bunları duyunca havalara uçtuk. Özellikle ben, hangi partiden olursa olsun fark etmez, güçlü ve oturduğu koltuğun hakkını veren bir Genel Müdür’den yanaydım. İşte, aradığımızı bulmuştuk! Sırtını Başbakan’a dayayan, tıpkı bir zamanların Remzi Bey’i gibi, tuttuğunu koparan, siyasetçilere alet olmayacak bir adamdı bu!

Bu memnuniyetimi hemen yanımdaki sınıf arkadaşıma da belli ettim, “Artık düze çıktık!” dedim. “Eminim ki, bu adam Kurum’u şaha kaldırır!” Ama Mehmet Çakır, benim kadar iyimser değildi, olaya biraz daha temkinli yaklaşıyordu: “Sen yine de o kadar emin olma. Tedbiri elden bırakma…” dedi.

Ne yazık ki, benim değil, sınıf arkadaşımın haklı olduğu kısa sürede ortaya çıktı.

Ertesi gün Sedat Bey, Kemerköy Termik Santralı’nı da ziyaret etmeyi düşündüğünü söyleyip, benim de kendisine eşlik etmemi istedi. Yola çıktık. Makam aracının arka koltuğunda Genel Müdür’le sohbet ederek gidiyoruz. Ama benim içimde bir sıkıntı var: Hemen o günlerde, Kemerköy Tesis Grup Müdürlüğü’nün yönetiminde bir değişiklik olmuştu. Müdür Mehmet Çiftçi ve Yardımcıları Selahattin Çulha ile Gürsoy Subaşı’nın görevden alındığını, onların yerine Kangal’dan tayinle gelen ve henüz santral hakkında doğru dürüst bir tecrübesi bile olmayan Başmühendis Hasan Korkut’un Müdür Yardımcısı olarak atandığını duymuştuk. Bu işte, Hasan Korkut’un Ege Üniversitesi’nden sınıf arkadaşı olan Muğla Milletvekili İrfettin Akar’ın parmağı olduğu söyleniyordu. Genel Müdür’ün bu çok yeni gelişmeden haberi olup olmadığını bilmiyordum. En sonunda, Kemerköy’e yaklaşmak üzere iken dayanamayıp patladım: “Sayın Genel Müdürüm” dedim. “Son gelişmelerden haberiniz var mı, bilemiyorum, ama açıkçası varacağımız yerde sizi kiminle muhatap etmem gerektiğine karar veremiyorum” dedim. Sedat Bey güldü, “Hiç merak etme” dedi. “Haberim var…”

Santrala vardık. Tesis Grup Müdürlüğü’nün önünde hem eski yönetim ve hem de “taze Müdür” Hasan Korkut bekliyordu. Santral inşaatında ta baştan beri yıllarını geçirmiş olan Selahattin Çulha kıvrak bir çalımla Hasan Korkut’un yanından sıyrıldı ve ileri atılarak Genel Müdürü kaptığı gibi arabasına attı ve santralın içine doğru sürdü. Henüz inşaatı devam eden santralın son durumu hakkında yerinde izahatlar yaparak bilgi verdi. En sonunda, 45 Metre kotu denilen yüksekçe bir yerde Tesis Şantiye Binalarının olduğu düzlüğe çıkıp, oradan kuşbakışı görünen santrala doğru baktık. Selahattin Bey, izahatlarına devam ediyordu. Sedat Bey, bir ara sözünü keserek: “Müdürlüğünüzdeki son değişiklik, benim Genel Müdürlüğe gelişimden önce kararlaştırılmış bir şey” dedi. “Bunda benim bir dahlim yok. Ama olan olmuş. Şimdi ne yapabiliriz, ona bakalım. Sizin de aileleriniz var, çoluk çocuğunuz var, hemen başka bir yere tayininizi çıkararak mağdur etmek istemem. Onun için bir süre daha burada kalın, hem yeni arkadaş pek tecrübeli değil, ona da yardımcı olursunuz, onun bir nevi danışmanı gibi çalışırsınız…”

Tam o anda öyle bir şey oldu ki hâlâ hiç aklımdan çıkmıyor. Selahattin Bey, o külhanvari İzmir şivesiyle: “OLUR MU EFENDİM ÖYLE ŞEY!” diye öyle bir gürledi ki, o ufak tefek adam daha da küçüldü, yerle yeksan oldu ve hiçbir şey diyemedi.

Yıllarca hep bunu düşündüm. Yukarıdan devletlû’ların abuk sabuk emir ve talimatlarına maruz kaldıkları zaman, hiçbir şey yapamasalar bile, ellerinden hiçbir şey gelmese bile, ciddî bürokratların, hiç olmazsa Selahattin Bey gibi, üstelik onun kadar sert olmasa bile, hafifçe “Olur mu efendim öyle şey!” demelerini, diyebilmelerini beklemişimdir.

sedat-yildiz-dogancan-akyurek.jpg

Çevre Bakanı Doğancan Akyürek Kemerköy’de (Muhtemelen 1992 Baharında)

Soldan sağa: Doğancan Akyürek, Hüseyin Gün (Yatağan İşletme Md.), Gürsoy Subaşı (Kemerköy Teknik Md. Yrd. -İnşaat), Selahattin Çulha (Kemerköy Teknik Md. Yrd. -Makine), Metin Cansız (ENKA Şantiye Md.), Mehmet Altınsoy (Kemerköy İdari Md. Yrd.), Hayrullah Özgüden (TOKAR Şantiye Md.)

***

Sedat Bey’in Yatağan’daki yemekte çizdiği ideal Genel Müdür portresinin çok kısa bir zamanda kaybolup gittiğine, yerini sendikanın ve kasaba politikacılarının elinde oyuncak olan silik bir bürokratın aldığına şahit olduk.

Kemerköy’de olanlardan sonra artık işin ölçüsü endazesi kayboldu. Hasan Korkut kısa zamanda tasfiye olup gitse de, bu santral bir daha hiç ayar tutmadı. Mühendisler iyice politize oldu, terfilerde bilgi, tecrübe ve liyakatten ziyade politikacılara yakınlık ve açıkgözlük ön plana çıkmaya başladı. İşler öyle bir hale geldi ki, Kemerköy’e gideceğimiz zaman emin olabilmek için önceden telefon santralını arayıp takılırdık: “Bugünün Müdür’ü kim? Müdür Yardımcısı yerinde mi, değişti mi?”

Bir diğer kötü örnek Soma santralında yaşandı. Santral Müdürü Abdülkadir Çarıkçı iki defa görevden alındı, iki defa göreve döndü. “Bu gidişle Çoban Sülü’yü geçeceksin!” diye takılırdık ona. Ama çok daha kötü bir şey olduğunu duymuştuk Soma’da: Bu siyasi hengâmeye sadece Müdürler ve Mühendisler değil, sendika ve işçiler de dâhil olmuştu. Müdür değiştiği zaman bütün bir üst düzey teknisyen grubu da nöbet değiştiriyordu. Sendika seçimlerinde Müdüriyet taraf tutuyordu. Sağlıklı bir işletme düzeni için bunlardan daha büyük bir sabotaj olamazdı. Bu tür soytarılıkların temelinde ise Soma’daki veya Manisa’daki kasaba politikacılarının santral işletmesini ellerinde oyuncak haline getirmesi ve TEK yönetiminin de bütün bu rezaleti sadece seyretmesiydi.

Diğer santrallarda da mutlaka buna benzer veya belki de daha beter uygulamalar olmuştur, olabilir. Hatırlayabildiğim kadarıyla sadece Seyitömer ve Yatağan’da nispî bir stabilite söz konusuydu. Siyasi müdahaleler diğerlerini hallaç pamuğu gibi attı. Onları da detaylarını bilen arkadaşlar yazsınlar…

Daha neler oldu neler… Burada, çok karakteristik olduğu için ilginç bir olayı kaydetmekte yarar var. Tam tarihini hatırlamıyorum, ama çok büyük ihtimalle yine Sedat Bey’in genel müdürlüğü zamanında olsa gerek (uygulamalar açısından birbirlerine çok benzedikleri için o dönemdeki genel müdürleri ayırt etmek neredeyse imkânsızdır), merkezden bir Genelge geldi. Vardiyalı işçilerin yemek molası esnasında, işi bırakıp gitmemeleri için verilen fazla mesaiden tasarruf etmek amacıyla, yemeğe münavebeli (dönüşümlü) olarak gitmelerinin sağlanması, böylece fazla mesai ücreti ödenmemesi bildirildi. Bize bile garip gelen bir şey ise bu kararın, TEK Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın bir kararı “gereğince..” alındığının bildirilmesiydi. Oysa Teftiş Kurulu, yasal açıdan Genel Müdürlüğün bir alt müşavirlik organıydı ve bir Genel Müdür’ün Teftiş Kurulu’nun her dediğini onaylaması gerekmezdi. Bu nedenle, yayınlanan bir genelgede bir mazeret gibi Teftiş Kurulu’ndan bahsedilmesi daha baştan bir iktidarsızlık ve basiretsizlik anlamı taşıyordu.

Her neyse, biz hemen genelgede bildirilen hususları uygulamaya koyduk ve anında TES-İŞ Sendikasının mahalli teşkilatı ile papaz olduk. Doğal olarak, üyelerinin maddi çıkarlarını her şeyin önünde tutan sendika açısından bu uygulama boğaya kırmızı göstermekten beter bir kışkırtmaydı. Bu yüzden büyük tartışmalar çıktı, sendikanın çeşitli eylem tehditleri ile karşı karşıya kaldık. Buna rağmen sıkı durduk, taviz vermedik ve genelge esaslarını aynen uygulamaya devam ettik.

Bir gün Tes-İş Şube Başkanı Erol Soğancı ziyaretime geldi: “Mehmet Bey, biz burada sizinle boşuna didişiyoruz, birbirimizi kırıyoruz..” dedi. “Hiç şüpheniz olmasın, bu Genelge iptal edilecek, belki de iptal edildi bile!” Hayretle “Nasıl yani?” diye sormuşum. “Nasıl olacak!” dedi. “Bizimkiler yanlarına iktidar partisinden birkaç milletvekili almışlar, şu anda sizin Genel Müdür’ün odasında, konuyu görüşüyorlar.” Gerçekten de birkaç gün sonra “Şimdilik kalsın…” makamında bir genelge daha geldi. Ama bu defa, bu ani fikir değişikliğine gerekçe olarak “Tes-İş Sendikasının ağır topları ve iktidar partisinin torpilci vekillerinin emir ve talimatları muvacehesinde…” denilmesi nasılsa unutulmuştu!

***

Ama Sedat Bey’e o kadar da haksızlık etmeyelim. Devr-i iktidarının son demine tekabül eden bir olay açıkçası bizi de şaşırttı ve onun hakkındaki kanaatlerimizi epeyce dalgalandırdı.

24 Aralık 1998 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde Emin Çölaşan’ın “İş Takipçisi Tansu” başlıklı yazısında bildirdiğine göre, Tansu Çiller 18 Mayıs 1993 tarihinde Enerji Bakanı Ersin Faralyalı’ya gönderdiği mektupta: “Ünsal Çarşısı- Halaskargazi Cad. No. 296 Şişli-İstanbul adresli binada kiracı olarak hizmet veren MARSO A.Ş.'nin kullanmış oldukları elektrikle ilgili olarak… .. TEK'in haksız uygulamaları neticesinde söz konusu şirketten 6 aylık dönem için 154 milyon 294 bin TL istenmekte” olduğunu belirterek “haksızlığın giderilmesi hususunda ilgilerini istirham” etmektedir. Konu, ilgisi nedeniyle TEK Genel Müdürü Sedat Yıldız’a aktarılır. Ancak Sedat Yıldız’ın Bakanlığa verdiği cevapta “MARSO A.Ş. tarafından kaçak kullanılan elektrik bedelleri ödenmediğinden, 26 Nisan 1993 tarihinde İcra yoluyla tahsili için yasal yola başvurulmuştur” denilmektedir. Emin Çölaşan’ın yazısında ayrıca MARSO A.Ş.’nin sahiplerinin Tansu ve Özer Çiller olduğu iddia edilmektedir. Yine aynı yazıya göre, Tansu Çiller “bu iş takibinden yaklaşık bir ay sonra ‘‘Başbakan’’ olacak… Ve hemen ardından, isteğini yerine getirmeyen TEK Genel Müdürü Sedat Yıldız'ı görevden alacak!”tır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 13 Aralık 1994 tarihli Genel Kurul Tutanağı’nda da yine bu olay hakkında çok ilginç bir takım ifadeler bulunmaktadır:

“YAVUZ KÖYMEN (Devamla)- Değerli arkadaşlarım, bir başka olaya gelmek istiyorum: Yine, KİT Komisyonunda TEK'in hesaplarını denetliyoruz; Sayın Çiller'in eşinin kaçak elektrik kullandığıyla ilgili elimdeki belgeleri gösteriyorum ve eski Genel Müdür Sedat Yıldız'a soruyorum. Sayın Yıldız, söz alıyor "Sayın Köymen, sorunuza cevap vereceğim, zannetmeyin ki cevaplandırmayacağım" diyor ve söze başlıyor. Sedat Yıldız aynen şu ifadeyi kullanıyor...

SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin)- Bunlar mafya yahu!

YAVUZ KÖYMEN (Devamla)- Evet, aynen şu ifadeyi kullanıyor: "Cami avlusuna pisledik..." Değerli arkadaşlarım, bu konu da basına yansıyor, tutanaklarda mevcut ve belgeyi, arzu eden, ilgi duyan arkadaşlarım olursa, hemen dağıtmaya ve vermeye hazırım.”

***

Sevgili okuyucularımız,

Şimdi bütün bunları nasıl yorumlayacağız, nasıl yorumlamamız gerekir?

Santrallarda sıradan kasaba politikacıları ile veya üç-beş sendika kodamanı ile baş edemeyen bir Sedat Yıldız, nasıl olup da Ankara’da yel değirmenlerine savaş açmış, Bakan’lara, Başbakan’lara karşı gelebilmiş. Hani derler ya, “okyanusu geçmiş, ama sığ sularda boğulmuş!” Acaba her zaman velinimeti olmuş olan Baba’ya sadakatinden mi kaynaklanıyor bütün bunlar?

Takdiri okuyucularımıza bırakıyorum.

***

Artık geçmişte kalan Enerji Tarihimizi, aklımda kalanlar çerçevesinde mümkün olduğu kadar gerçekçi ve adilane bir şekilde tasvir etmeye çalışıyorum. Elbette ki “Hafıza-i beşer nisyân ile malûldür”, benim de unuttuğum ve yanlış hatırladığım bazı şeyler olabilir. Bunların, daha iyi hatırlayabilen arkadaşlarımız tarafından ilâve edilmesi veya düzeltilmesi beni ziyadesiyle memnun edecektir. Çünkü bahsettiğimiz kişilerin pek çoğu maalesef aramızdan ayrılmış olup, kendilerini savunmaktan acizdirler. Onlarla birlikte çalışan, iyi veya kötü yönlerini daha iyi hatırlayan arkadaşların, hatta mümkünse belgeleri ve tarihleri ile müdahale etmesi ileride gelecek kuşakların enerji tarihimizle ilgili yanlış kanaatlere varmasını bir nebze önleyebilecektir.

Nitekim, daha önce yazdığım bazı yazılarım hakkında lütfedip eleştirilerde bulunmuş olan bazı arkadaşlarımıza verdiğim cevapları, kastımı daha iyi ifade edebilmek açısından aşağıda veriyorum:

“Sizin itirazlarınıza gelince, yazımın daha başlarında Remzi Bey ile yüz yüze hiç çalışmadığımı, bu yüzden o dönemde kulağımıza gelen bazı ilginç anekdotları yazacağımı, bunların da teyide muhtaç olduğunu belirtmiştim. Sizin de kolayca fark edebileceğiniz gibi, ben Remzi Bey'den ziyade bürokrasi ve merkeziyetçiliğe karşı, hele o siyasetçi güruhunu kurumdan içeri sokmayan, torpilci tayfasından nefret eden bir Genel Müdür imajı çizmiştim ve anlatılanlara göre Remzi Bey'in bu ölçülere uyduğunu düşünmüştüm. Bu belki benim temelsiz bir hayalimdi. Olabilir. Ama sadece benim değil, bütün bir TEK taşrasında, birçok Mühendisin hayali olmalı ki Remzi Bey hakkında bu türden bir çok hikâyeler, rivayetler uydurulabilmişti. Belki böyle bir Remzi Bey yoktu ve hiç olmadı… "Şeyh uçmaz mürit uçurur" derler..

Ama yazınızda dil sürçmesi olarak gördüğüm bir şey var: "Remzi Bey'in kısa sürede verdiği zarar yıllar içinde ancak düzeltilebilmiştir" diyorsunuz. Eğer 10 yıl sonraki hali TEK'in "düzelmiş" hali ise, "Vah vah!" diyorum, "vah ki ne vah!"

Şair Nedim’in o pek meşhur beytini bilirsiniz:

"Yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber Nedîm

Bir perî-sûret görünmüş bir hayâl olmuş sana"

Bizimkisi de öyle bir hayal olup geçmiş olabilir, bu mümkündür. Ama ardından gelenlerin değil böyle bir hayale yol açmak, yanından yöresinden bile geçmeleri mümkün değildir...”

“Ben, bu yazıların içinde kişileri ne kayırarak, ne kötüleyerek mümkün olduğu kadar objektif yazmaya çalışıyorum. Bu yazılarımın tümünde, anlatılan kişinin hem lehine hem de aleyhine yorumlanabilecek pek çok şey var. Ama yine de şurası bir gerçek ki, bu yazdıklarım doğrusuyla eğrisiyle benim aklımda kalanlardır. Başka bakış açıları ile aynı dönemi değişik bir şekilde anlatmak mümkün olabilir. Eminim ki bu tür düzeltmeleri editörüm Mehmet Kara Bey de memnuniyetle yayınlayacaktır. En azından ben bunun için azami gayreti gösteririm. Tarihçi olmak gibi bir iddiam da yok. Hele kimseye paye dağıtmak, herhangi bir "kapsama almak" filan hiç haddim değil. O yüzden yazdıklarımı bir daha okumanızı ve daha serinkanlı değerlendirmenizi dilerim. Ama daha iyisi, o dönemi günü gününe daha iyi değerlendirerek bir yazı hazırlamanızı sabırsızlıkla bekleyeceğim. Eminim ki benim yazımdan çok daha güzel ve sağlam temellere dayalı bir yazı olacaktır. Bu yüzden, o zaman ben sizi, sizin beni eleştirdiğiniz kadar sert eleştiremeyeceğim. İnanın ki bunun için zerre kadar üzülmüyorum. Yeter ki yazın...

Muallim Naci'nin tam da bizim durumumuza tıpatıp uyan beyti ile şimdilik sözümü tamamlıyorum:

“İhtiraz-ı ta'neden kalmaktadır ahım nihan

Bir hakikat kalmasın âlemde Allah’ım nihan”

 

Önceki ve Sonraki Yazılar