1. YAZARLAR

  2. Mehmet ASLAN

  3. Türkiye’de çevre mevzuatının kısa tarihi
Mehmet ASLAN

Mehmet ASLAN

Köşe Yazarı
Yazarın Tüm Yazıları >

Türkiye’de çevre mevzuatının kısa tarihi

Bir insan, bulunduğu makama ancak bu kadar yakışabilirdi. Türkiye Elektrik Kurumu (TEK) Çevre Müdürü Jale Esin Hanımefendi, işte öyle bir insandı. Kibar, zarif ve yumuşak üslubu ve konuya bilimsel yaklaşımı ile en önyargılı çevrecileri bile ikna edebilecek bir yeteneği vardı. Bir kez çıktığı televizyonda da bu yeteneğini ispatlamıştı.

Ama Kangal gibi kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerde, veya etrafında kilometrelerce ne ağaç ne de yeşillik olan Çayırhan’da Baca Gazı Arıtma Tesislerinin en önce kurulmasındaki mantık konusunda beni bir türlü ikna edemiyordu. Ben “Boşuna masraf” diyordum. “Hiç olmazsa, Yatağan veya Kemerköy gibi çevrecilerin hedefindeki santrallara yapılsaydı bari bu masraf, belki milleti biraz sakinleştirirdi.”

1993 yılında, o saçma sapan radyasyon iddiaları üzerine Sadettin Teksoy dahil hemen herkesin Yatağan’a toplandığı günlerde Jale Hanım da gelmişti. Bir grup mühendis arkadaşla birlikte Misafirhane’nin altındaki salonda sohbet ediyorduk. Jale Hanım, benim itirazıma karşılık, önce “mevzuat gereği..” filan diye bir şeyler söyledi. Benim pek umursamadığımı görünce en sonunda baklayı ağzından çıkardı: “Ama Mehmet Bey, BGA Tesisi kurmazsak santral için kredi vermiyorlar…”

O zaman az çok anlamıştım Türkiye’de “mevzuat”ın ne anlama geldiğini.

Şimdi biraz başa saralım:

1983 yılında Yatağan’da çalışmaya başladığımda santralın ilk ünitesi yeni devreye alınmıştı. Türkiye büyük bir enerji krizi içindeydi. “Programlı elektrik kesintileri” günlük dilde kullanılan olağan bir kavram haline gelmişti. Yatağan’a yakın şehirlerdeki sanayi tesislerinin sahipleri bizzat santrala telefon ederek, büyük bir sabırsızlıkla yeni ünitelerin ne zaman devreye alınacağını soruyorlardı.

Bu şartlarda belki doğal bir anlayışla, santralın sosyal tesislerindeki restoranın büyük duvarına çizilen temsili santral resminde bacalardan dalga dalga, simsiyah dumanlar yükseliyordu. Bu resim, santralın tam kapasite çalışarak gürül gürül elektrik ürettiğini ima eden gururlu bir tabloydu. Ama bir süre sonra, santralın etrafında çevreciler dolaşmaya başlayınca, Müdür bacaların ucundaki duman resimlerini badana ile kapattırdı!

İşte tam da o sıralarda, 2 Kasım 1986 tarihinde yayınlanan Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği ile ilk defa olarak termik santral emisyonlarına sınırlama getirildi. Baca gazındaki kükürtdioksit yoğunluğu 1000 mg/Nm3 ile sınırlandırıldı.

Ancak bu sınırlama, Devlet’in kendi termik santrallarını bir anda “illegal” ilan etmesinden başka hiçbir işe yaramadı. Çünkü o yıllarda bütün linyit santralları devlet işletmesiydi. Hepsinde kükürtdioksit emisyonları yukarıda belirtilen limiti aşıyordu ve santrallara baca gazı arıtma tesisi kurulmasına Devlet Planlama Teşkilatı çok pahalı olduğu gerekçesiyle bir türlü müsaade etmiyordu.

Bu durum yıllarca böyle devam etti. Özellikle Kemerköy Termik Santralı’nın inatla deniz kıyısına kurulmak istenmesi üzerine (bunun hikayesi ayrı bir yazı konusu olabilir) artan çevreci itirazlar çoğu zaman Yatağan santralının “çevre izni” olmadığı konusunda yoğunlaşıyordu. Bu nedenle Aydın Bölge İdare Mahkemesi 90’lı yıllarda birkaç kez santralın durdurulması yönünde karar verdi. Ama her defasında Bakanlar Kurulu kararıyla santral çalıştırılmaya devam etti.

Ama 1991 yılında ilginç bir şey oldu. Hükümetin çeşitli santrallara BGA Tesisi kurmak için Dünya Bankası’ndan kredi almak istemesi üzerine teknik bir heyet bu santralları ziyaret ederek incelemelerde bulundu. İstenen kredinin gerçekten gerekli ve zorunlu bir amaçla kullanılıp kullanılmayacağını araştırdı.

Dünya Bankası teknik heyetinin vardığı sonuç çok ilginçti: Ülkede kükürtdioksit emisyonunun esas kaynağı olarak gösterilen termik santralların pek çoğu için bunu doğrulayacak yeterli veri yoktu. Üstelik santrallardan kükürtdioksit emisyonunun çevreye zararını önlemek için BGA tesisi yerine çok daha ucuz yöntemler uygulanabilirdi.

Örneğin Yatağan için tek ve çok daha yüksek bir baca yapılarak kükürtdioksit emisyonunun yer seviyesinde çeşitli noktalarda ölçülmesi ve santralın buna göre esnek bir şekilde işletilmesi öneriliyordu. Ancak mevzuat buna izin vermiyordu. Çünkü yönetmelik kükürtdioksiti bacada sınırlıyordu, yer seviyesinde değil… Dünya Bankası heyeti buna hayret ediyordu: “Bacanın ucunda kimse yaşamıyor ki, hem ağaçlar hem insanlar yer seviyesinde yaşıyor.”

Hele Yeniköy santralı için kullanılan ifade daha da ilginçti: “Heyet, hava kirliliğinin tarım, ormanlar ve insanlara zararlı etkisine dair hiçbir kanıt bulamamıştır. Pahalı BGA Tesisi kurulması, mevzuatı yerine getirmekten başka hiçbir işe yaramaz.”

Sonuçta Dünya Bankası krediyi vermedi ama bundan daha önemlisi, bu ilginç rapor Türkiye’de hak ettiği ilgiyi göremedi. Devlet erkânı ile çevreciler arasında karşılıklı kurusıkı tartışmalar devam etti ve 1997 yılında, Başbakan’ın da katıldığı büyük törenlerle Yatağan’da BGA Tesisinin temeli atıldı. Bunun arkasından Yeniköy ve Kemerköy santrallarına da BGA tesisleri kuruldu.

Ancak bu tesisler, 1986 tarihli yönetmeliğin öngördüğü emisyon limitini (1000 mg/Nm3) karşılamak üzere dizayn edilmişlerdi. Daha bu tesisler henüz devreye girmeden, 2004 yılında emisyon limitini beş kat azaltacak yeni bir taslak (Büyük Yakma Tesisleri Yönetmeliği) ortalıkta dolaşmaya başladı.

Avrupa Birliği müktesebatına uyum gerekçesiyle ortaya sürülen bu taslak, henüz imzalanıp yürürlüğe girmeden Çevre Bakanlığı tarafından zorla uygulanmaya başlandı. Yeni santral yapmayı düşünen firmalar, ÇED raporlarında bu yeni limiti (200 mg/Nm3) taahhüt etmeleri için mecbur tutuluyorlardı.

Oysa Türkiye’de en fazla bulunan 1000 kCal/kg kalorili ve yüksek kükürtlü kömürlerde, piyasa şartlarında makul maliyetlerle bu limiti tutturabilmek neredeyse imkansızdı. Örneğin, BGA tesisi kurmadan yeni bir imkan olarak gelişmeye başlayan Akışkan Yataklı Kazan teknolojisi ile bu limit yakalanamıyordu. Çünkü, kömürün düşük kalorisi nedeniyle zaten düşük olan kazan yanma odası enerjisi bir de kireçtaşı ilave edince daha da düşüyor ve kazan sönme tehlikesi başgösteriyordu.

2006 yılında üzerinde çalıştığımız Tufanbeyli projesinde, yapımcı Alstom firması mevcut veriler ışığında kükürtdioksit emisyonunu 400 mg/Nm3’ün altına düşüremeyeceklerini belirterek ihaleden çekildi. Daha sonra projeyi devralan Enerjisa firması, bilindiği üzere, belki de dünyada ilk örnek olarak, büyük maliyetlerle hem Akışkan Yataklı Kazan hem de BGA tesisi kurmak zorunda kaldı.

Aklı başında herkesin, Türkiye’de zaten tökezlemekte olan linyit santralları yapımını tamamen bitireceğini düşündüğü Büyük Yakma Tesisleri Yönetmeliği taslağı, yıllarca müteşebbislerin başı üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallandıktan sonra 8 Haziran 2010 tarihinde imzalanarak yürürlüğe girdi.

Ondan sonra artık hayrını gör. Daha önce kararlaştırılmış olan Enerjisa’ya ait Tufanbeyli Termik Santralı haricinde, bir tane bile düşük kalorili linyit santralı yapılmadı, yapılamadı…

2012 yılında TKİ’nin rödövans karşılığı santral yapımı amacıyla ihale ettiği sahalardan (Tufanbeyli TKİ sahası, Domaniç derin sahalar, Bursa-Keles ve Harmanalanı, Saray, vs) hiçbir haber yok. İhale edileceği duyurulan Afşin-Elbistan, Konya-Karapınar, Afyon-Dinar, Eskişehir-Alpu sahalarında henüz ihale bile yapılamadı.

Sadece artık ticari ömrünü tamamlamış ve uzun yıllar devlet işletmeciliği altında birikmiş ihmallerle hurdaya dönmüş santrallar (Seyitömer, Tunçbilek, Orhaneli, Soma-B, Kangal, Yatağan, Yeniköy, Kemerköy) özelleştirildi. En son, yıllardır atıl durumda olan Afşin Elbistan A santralının da özel sektöre devredildiği bildiriliyor.

Bütün bu santrallar için, henüz EÜAŞ bünyesinde iken verilen ve özelleştirildikten sonra da devam eden çevre muafiyeti sayesinde, Büyük Yakma Tesisleri Yönetmeliği şöyle dursun, ilk sınırlamayı getiren 1986 tarihli Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği’ndeki 1000 mg/Nm3 limiti bile uygulanmadan kaldı. İşletmedeki bu santralların bacalarından 5000-10000 mg/Nm3 seviyesinde kükürtdioksit atılmakta olduğunu herkes biliyor.

Yani bu ne demek: Bundan 33 yıl önce çıkarılan Yönetmeliğin bile gerisinde bulunuyoruz hâlâ. Yani bunca kanun, yönetmelik vs. hepsi kâğıt israfından ibaret.

Öyleyse ne anladık biz bu işten?

Zaten yerin altında gömülü bulunan en büyük yerli enerji kaynağımızı tarihe gömmekten başka?

Önceki ve Sonraki Yazılar