Kök sebebi bulmak bu kadar mı zor? En azından uçak ve elektrik kazalarında öyle oluyor. Maalesef mi demeli, ne iyi ki mi demeli bilmiyorum ama öyle oluyor çoğu zaman işte. Son aylarda iki sarsıcı kaza haberiyle yine huzurumuz kaçtı.
İlkinin tarihi 28 Nisan’dı. Öğlen sonrasının erken saatlerinde İspanya ve Portekiz’de anormal bir şeyler olduğu, havaalanlarının kapandığı, raylı ulaşımın durduğu, uçakların havada, trenlerin tünellerde kaldığı haberleri medya kanallarına düşmeye başladı.
“Acaba yine terör saldırısı mı?” diye çok fazla kaygılanmaya gerek kalmadan, olayın bir elektrik kesintisi olduğu, sadece ulaşımın değil, sanayinin, ticaretin, kısaca tüm olağan günlük hayatın durma noktasına geldiğini okuduk.
Olağandışı hiçbir iklim olayının yaşanmadığı güllük gülistanlık bir bahar gününde, her iki ülkede de elektrikler birdenbire ve aynı anda kesilmişti. Hayatımızın her noktasında ve anında elektriğe ne kadar bağımlı olduğumuzun son derece farkında olduğumuz için, takip ettiğimiz haber kaynaklarına düşmeye devam eden gelişmeleri, olayı uzağında olmanın verdiği rahatlıkla işimizin gücümüzün arasında magazin tadında takip etmeye devam ettik.
İkincisi bir uçak kazasıydı. 12 Haziran’da, bizim için sabah saatlerinde Hindistan Havayolları’na ait bir uçağın, Londra’ya gitmek üzere kalkıştan hemen sonra düştüğü haberi geldi. Hemen arkasından uçağın yerleşim yerine düştüğünü, can kaybının çok fazla olabileceğini falan okuyorduk ki kazanın son saniyelerini gösteren videosu da gecikmedi zaten. Yine pırıl pırıl bir günde, teknoloji harikası gıcır gıcır bir Dreamliner jet, etraftaki ağaçlara binalara neredeyse teğet geçip bir ateş ve toz bulutunun içinde kayboluyordu.
Tabii ki işin içinde can kayıpları olduğu için karşılaştırmak doğru olmayabilir ama neden olduğu sarsıntı bakımından, her ikisi de eşdeğerde kazalar. Ekonomik kayıp bakımındansa elektrik kesintisinin faturası daha kabarık çıkabilir.
Ama bu örneklerde asıl huzurumuzu kaçıran şey güven duygusunu yitirmek olmalı. Yüzyıldan daha uzun bir süredir kullanılan, birçok aşamadan geçmiş ve her seferinde bir adım ileriye giderek, eğer varsa öyle bir şey, mükemmellik sınırlarına yaklaşmış elektrik ve havacılık teknolojileri, düşündüğümüz kadar da güvenli değiller mi yoksa sorusu asıl içimizi kemiren. Ve tabii benzer kazaların kendimizin ya da tanıdıklarımızın başına gelme ihtimalinin yarattığı kaygılar.
Bu duyguların etkisiyle, bu kazaların gerçek sebebinin ne olduğunu bir an evvel öğrenmek istiyoruz. Uzmanlar bir araya gelsinler, verileri toplasınlar, oturup çözümlesinler ve kök sebebi bulsunlar. Ondan sonra çözümü mutlaka arkadan gelir zaten. Çok şey istemiyoruz aslında ama her bakımdan çok zahmet ve titizlik isteyen ve asla aceleye getirilmemesi gereken bir şey istiyoruz öte yandan.
Kök sebebi anlamak daha kolay olsa; örneğin uçak cinnet geçiren bir pilotun kasıtlı hatasıyla düşmüş olsa ya da siber korsanlar güvenlik duvarlarını aşıp, kumanda merkezlerini ele geçirse ve kasten elektrik hatlarını, santrallerini devreden çıkarsa veya trafoya kedi girse belki daha kısa sürede rahatlamış olacağız. Ama o zaman da, teknolojimizin niye bu kadar kırılgan olduğunu, tek bir hatanın zincirleme sonuçlarını her şey çökmeden giderecek savunma mekanizmalarının niye bu kadar zayıf olduğunu sorgulamamız gerekecek.
Nitekim; Hindistan Havayolları kazasının geçen hafta yayınlanan ön raporu, kokpit konuşma kayıtlarına bakarak pilotlardan birinin, motorlara giden yakıtı denetleyen anahtarları kasten kapalı konuma alarak yakıt vanalarını kapattığını düşündürse de raporda kesinlikle böyle bir sonuca varılmıyor ve konunun uzmanları da ihtimal dahilinde olsa bile kesin herhangi bir sonuca varmak için henüz erken olduğunu çok net olarak ifade ediyorlar.
Uçağı düşüren tüm zincirleme olayları kök sebepten itibaren öğrenmek için nihai resmi raporu beklememiz gerekecek ki bu da bir seneden önce olmayacak. Ve benzer bir nedenle benzer bir sonuç ortaya çıkmasın diye savunma hatlarının nasıl güçlendirilebileceğini de o zaman düşünmeye başlayabileceğiz.
İber Yarımadası’nın karanlığa gömülmesinin “kolay” kök sebebi olarak akıllara ilk gelen siber saldırı ihtimali de olaydan birkaç gün sonra İspanya hükümeti tarafından kesin olarak ihtimaller havuzundan çıkarıldı. Yani iş yine bilimin ve tekniğin rehberliğinde TByte’larca (terabaytlarca) veriyi inceleyecek uzmanlara kaldı.
Elektrik şebekesi bakımından bizim de fiziksel olarak bağlı olduğumuz Avrupa’da meydana gelen bir arızada, bu işi yerine getirecek uzmanların adresi ENTSO-E diye kısaltılan Avrupa Elektrik İletim Sistemi İşletmecileri Ağı. AB yasalarınca Avrupa enterkonekte şebekesinin güvenliğini ve güvenilirliğini sağlamak ve üye ülkeler arasındaki elektrik enerjisi alışverişini yönetmek yasal olarak da ENTSO-E’nin sorumluluğunda olduğu için, konuyla ilgili herkesin başvurması gereken tek adres de orası zaten.
Aynı yasalar, benzer olağan dışı olayların nasıl sınıflandırılacağından, hangi yöntemlerle analiz edilip raporlanacağına kadar tüm esasları da belirliyorlar. ENTSO-E de bu çerçeve içerisinde, görevli uzmanlar heyetini atayıp 12 Mayıs tarihinde incelemesini resmi olarak başlatmış. Doğal olarak ilk aşamada yapılması gereken verilerin toplanması işi 15 Temmuz tarihi itibarıyla tamamlanmış. Aynı gün toplanan Heyet, elde edilen verilerin bütünlüğü ve niteliğiyle ilgili değerlendirmelerin devam ettiğini ve bu doğrultuda ilgili kurumlardan ek bilgi talebinde bulunduğu notunu düşmekle birlikte, elindeki verilere göre meydana gelen olayların sırasını yorumsuz olarak herkese açık internet sayfasında paylaşmış (https://www.entsoe.eu/publications/blackout/28-april-2025-iberian-blackout/#Expert_Panel_Investigation). Bu bir rapor değil, sadece toplandıktan sonra sınıflandırılmış ham veriler ışığında oluşturulan bir olaylar silsilesi. İlk rapor, yasal zorunluluk gereği olaydan en geç 6 ay sonra yani 28 Ekim’de açıklanma durumunda olmakla birlikte, Heyet bunu daha önce tamamlamayı hedeflediğini belirtmiş. En son aşamadaysa, ilk rapordan itibaren 3 ay içerisinde nihai rapor yayınlanacak ki olayın detaylı analizi ve bir daha meydana gelmesinin önlenebilmesi için çözüm önerileri bunda yer alacak.
Yani elimizde şu an sadece ham veriler var ama en azından derli toplu bir haldeler. Merakımızı ve/veya kaygılarımızı gidermekten çok uzak olsak da sorunun neyle ilgili olduğunu, zayıf halkanın nerelerde olabileceğini anlayabiliyoruz. Heyet de ipuçlarını yazmış zaten.
Mümkün olduğunca özet olarak kendi sözcüklerimizle tekrar edecek olursak, olağan dışı hiçbir olayın olmadığı bir gece, aynı sakinlikte sabaha dönüyor ve tüm sabah saatleri, olaydan yaklaşık yarım saat öncesine kadar olağan işletme koşullarında geçiyor. O dakikada sistemde bir salınım yaşanıyor, frekans ve gerilim değerlerinde periyodik iniş çıkışlar oluyor.
Aslında bu gibi salınımlar beklenmedik olaylar değil, herhangi bir güç kaynağının doğrudan ve/veya şebekeye bağlı olduğu bir trafo ya da enerji nakil hattının devreden çıkması ya da devreye girmesi neticesinde devreye girip çıkmasıyla meydana gelebilir. Değişimin miktarı ne kadar büyükse etkisi de o kadar büyük olur ve ataleti düşük noktalar yüksek olanlara göre daha çok etkilenir.
Nitekim veriler (salınımların frekansı) bu ilk salınımın bir güç kaynağı değişiminden ileri geldiğini ve yerel olduğunu gösteriyor. Bunlar işin fıtratında olan şeyler. Böyle bir durumda, hangi koşullarda hangi savunma tedbirlerinin alınacağı da kitapta yazıyor ve İspanya şebeke operatörü Red Electrica da bunları uyguluyor ve yaklaşık 4 dakika içerisinde salınımlar sönümleniyor. Frekans ve gerilim değerleri zaten hiçbir anda olması gereken değerlerin dışına çıkmıyorlar.
Bundan yaklaşık 12 dakika sonra ikinci bir salınım daha meydana geliyor. Veriler bu salınımın, güç kaynağı değişiminden kaynaklanan ilk salınımdan farklı olarak bölgeler-arası salınım diye tabir edilen ve Kıta Avrupası enterkonnekte şebekesinin iyi bilinen Doğu, Orta ve Batı öbekleri arasındaki güç transferi dinamiklerindeki değişikliklerden kaynaklan nitelikte olduğuna işaret ediyor. Ve tabii bu tip salınımlara karşı alınması gereken savunma önlemleri de kitapta yazıyor. Tahmin edebileceğimiz gibi Red Electrica bunları da yerine getiriyor. Ve ikinci salınımlar da aynı şekilde, frekans ve gerilim değerleri hiçbir anda sınırların dışında kalmadan 3 dakika sonunda sönümleniyor.
Bundan sonrası için akılda tutulması gereken en önemli şey şu ki savunma önlemi olarak atılan iki adım olan Fransa’yla olan güç akışı miktarını azaltmak ve İspanya’nın güneyinde yeni enerji nakil hatlarını devreye almak, hep izin verilen sınırlar içerisinde kalmakla birlikte sistemdeki gerilimin, salınım öncesine göre yükselmesiyle sonuçlanıyor. Çünkü o saatlerde güç akışı İspanya’dan Fransa’ya doğru ve paralel olarak devreye giren hatlar gerilim düşümlerini azaltıyor.
Sonu, İber Yarımadası’nın karanlığa gömülmesine yol açan olaylar silsilesine bu elektriksel şartlar altında giriliyor: Gerilim işletme sınırları içerisinde ama anma (etiket) değerlerine göre biraz yüksek, frekans normal ve İspanya bağlı bulunduğu üç ülkeye de (Fransa, Portekiz ve Fas) güç transfer ediyor (sırasıyla 1000MW, 2000MW ve 800MW).
İlk önce yerel saatle 12:32:57’de Granada bölgesindeki bir trafo arızalanıyor ve devreden çıkıyor. Son derece bilindik, sıradan, daha edebi bir dille ifade edecek olursak, vakayı adiye kaleminden bir olay ve olması gereken şekilde trafonun savunma mekanizmaları (koruma röleleri) devreye girip hem kendisini hem de şebekenin geri kalanını koruyor.
Bu trafoya hepsi de yenilenebilir kaynaklara dayalı çeşitli güç kaynakları bağlı (fotovoltaik GES, termal GES ve RES). Neticede toplam 355MW güç kaybı oluyor ve yüksüz kalan bu kaynakların frekans ve gerilim yükselmesine bağlı olarak tepki gösteren savunma mekanizmaları görevlerini yerine getirip santralleri devreden çıkartıyorlar.
Bu arızadan 19 saniye sonra, bu sefer Badajoz civarındaki 2 trafo merkezi üzerinden şebekeye bağlanan fotovoltaik ve termal güneş santralleri devreden çıkıp, sistemi 720MW daha güçten mahrum bırakıyorlar. Bundan hemen 1 saniye sonra ise 12:33:20’de toplam 1100MW güç üreten, çoğunun yenilenebilir olduğunu anladığımız (ön rapor Segio ve Huelva’daki RES’lerin, 4-5 başka yerdeki GES’lerin ismiyle birlikte “başka konumlardaki birçok jeneratör” diye yazmış) santral daha devreden çıkıyor. Bu son iki olayın nedenleri henüz tam olarak bilinmiyor ve hala inceleniyor.
Bu üretim kayıpları, İspanya’nın güneyinde ve Portekiz’deki gerilim değerlerinin keskin bir şekilde yükselmesine yol açıyor ve bu da başka santrallerin devreden çıkmalarıyla sonuçlanıyor. Sona doğru yaklaşırken, bu kadar üretim kaybı tabii ki sistem frekansını kritik değerlere düşürüyor, 12:33:19’da, yani 720MW’ı devreden çıkaran üretim kaybıyla aynı anda devreye girdiğini anladığımız, bu koşullar altındaki son savunma hattı olan otomatik yük atma uygulamaları (bizim Gölbaşı’nın İspanya ve Portekiz’deki eşdeğeri olan ana kumanda merkezlerinde, frekanstaki düşmenin kendisine ve/veya hızına göre belli tüketim noktalarını belli bir sırayla devreden çıkaran uygulamalar) da yeterli olmuyor. Diğer bir deyişle algoritmaların hızı elektronların hızına yetişemiyor (yoksa elde avuçta 1000MW’lık üretim kalsa bile, tüketimi de 1000MW’a düşürebilseydik, sistem yine çökmezdi), kıta Avrupa’sı şebekesinin geri kalanıyla olan senkronizasyon kaybı sınır değerine gelince Fransa’yla olan bağlantı kopuyor ve 12:33:24’de, yani ilk trafo arızasından 27, Badajoz’daki GES’lerin devreden çıkmasından 5 saniye sonra, bizim Enerji Piyasası Şebeke Yönetmeliği’nin 119. Sıradaki tanımında tarif edilen “sistem oturması” meydana gelip İber güç sisteminin frekans ve gerilimi sıfıra düşüyor.
Olaylar ve sırası kabaca böyle. ENTSO-E’nin uzman heyeti bu aşamada ve haklı olarak yorum yapmamış, olası kök sebep hakkında da ihtiyatlı dil kullanmaya özen göstererek, bu ilk olgular ışığında sistemin çökmesinin kuvvetle muhtemel kök sebebi olarak, birbirini tetikleyen art arda üretim ünitesi kopuşları ve gerilim yükselmelerini değerlendirdiğini belirtmiş. Bu etmenlerden gerilim yükselmelerini yazdıktan sonra parantez ve tırnak içinde “tetikleyici gerilim yükselmeleri” notu düşmüş.
Sanıyorum, uzmanlar heyeti son iki olaydaki güç üretim ünitesi kayıplarının hangi savunma mekanizmalarının devreye girmesiyle meydana geldiği henüz bilinmediği için, gerilim yükselmelerinin üretim kayıplarını mı tetiklediği, birbirini mi tetiklediği yoksa her ikisini birden mi tetiklediğiyle ilgili kesin ve net veriler olmadığından böyle bir nota ihtiyaç duymuş.
Bunun bir nedeni bu tetikleyici gerilim yükselmelerinin Avrupa güç sisteminin herhangi bir bölgesinde daha önce hiç sistem çökmesiyle sonuçlanmamış olması. Heyet bunu belirttikten sonra, sistemin kararlılığını arttıracak önleyici yeni savunma mekanizmaları olarak (şimdilik) en azından iki konuyu değerlendirdiğini söylemiş:
- Tüm oyuncuların (temel olarak üretim santralleri ve iletim şebekesi operatörleri aklımıza gelse de, zannediyorum dağıtım şebekesi operatörleri ve tüketicilere de, en azından büyük tüketicilere, buradan bir şeyler çıkar) gerilim denetimi yöntem ve kabiliyetlerini iyileştirmek.
- Burada meydana gelen yeni tip olguya karşı sistemi korumak amacıyla savunma planlarının nasıl iyileştirilebileceğini değerlendirmek.
Bu “ön” raporla ilgili yorumsuz olarak söyleyebileceklerim bunlar. Tabii ki aklımda deli sorular var. Ama nasıl olmasın? ENTSO-E Heyeti’nin bile hala cevabını bilmediği sorular var ve sanki olması gerekenden daha ihtiyatlı bir dil kullanıyor. Dolayısıyla yorum yapabilmek için nihai raporu beklemek gerekiyor.
Ama anladığım kadarıyla bu heybeden epey bir yeni yönetmelik ve yeni vazife çıkacak. Bunun bir nedeni de bu olaya neden olan zayıf halkanın gerilimle ilgili olması. Eğer frekansla ilgili olsaydı, yani güç arz ve talep dengesiyle ilgili olsaydı, yeni vazifelerin sadece üreticilerle ilgili olmasını bekleyebilirdik. Fakat konu gerilim olunca işin içine reaktif enerji arz ve talebi giriyor.
Soru zor yerden geliyor, çünkü reaktif enerjinin akış yönü çift yönlü, yani aktif güç gibi sadece kaynaktan yüke doğru değil. Bunun da nedeni fizik kurallarına göre; elektrik şebekesindeki bileşenlerin bazılarının her zaman reaktif güç tüketicisi (ör. trafolar ve çoğu yükler), bazılarının her zaman reaktif güç üreticisi (ör. kondansatörler, yer altı güç kabloları), bazılarının da işletme koşullarına bağlı olarak bazen üretici bazen tüketici (ör. havai enerji nakil hatları) olmaları. Üretim tarafında da güç kaynağının niteliğine ve jeneratörün teknolojisine göre reaktif güç davranışı, dolayısıyla kontrol yöntemleri birbirinden farklı. Son olarak, reaktif güç kontrolünün en makbulü, tüketim noktasına en yakın yerde yapılanıdır ki şebekenin kaynağa yakın taraflarındaki zorluk daha yönetilebilir olsun.
Bu çerçeveden bakınca Rapor’da yer alan “tüm oyuncular” vurgusunun neyi kastettiğini daha iyi anlayabiliyoruz. Heyet, sistem çökmeden önceki yaklaşık 30 dakikalık ve 15 dakikalık süreler içinde meydana gelen güç salınımlarının, gerilim kararlığının bozulmasına yol açabilecek tetikleyici etkilerini, en azından ön raporda yazdığı kadarıyla ve bu aşamada, çok değerlendirmiyor gibi...
Eğer aksi bir veri ortaya çıkarsa, o zaman nihai rapordan Ülkeler Arası Bağlantı (‘enterkoneksiyon’) ve bu gereksinim gereği gittikçe yaygınlaşan Yüksek Gerilimli Doğru Akım – YGDA (‘HVDC’, daha önceki yazımda konu etmiştim: https://www.enerjigunlugu.net/ulusal-elektrik-sebekesini-sampiyonlar-ligine-cikarmak-32265yy.htm) tesisleriyle ilgili de yeni yönetmelik ve vazifeler çıkacaktır.
Savunma mekanizmalarının iyileştirilmesi bahsinde Heyet’in işaret ettiği ikinci madde çok genel ifade edilmiş olmakla birlikte, şebeke koruma felsefesini kastettiğini anlıyoruz. Başta santrallerin gerilim ve frekans koruma ayarları olmak üzere bizim rölecilerin tüm ayarları gözden geçirmeleri, yeniden hesap makinesinin başına oturmaları, sonra da sağlamalarını ve saha testlerini yapmaları vazifesi ufukta gözüküyor.
ENTSO-E Heyeti’nin nihai raporlarını merak ve heyecanla bekleyeceğiz gerçekten. Hissettiğim kadarıyla, heybe biraz büyük olacak. Uçak kazası raporunu da ilgiyle bekleyeceğim ama o daha çok meraktan, heybesiyle ilgili öngörüde bulunamam.
Yazımı bitirmeden önce yine bir atıfta bulunmak istiyorum. Konuların içeriği mi sözü oraya getiriyor, yoksa yıllar geçtikçe anılar da çok mu birikiyor bilemiyorum ama bu sefer de adını anmak istediğim kişi Profesör (Francesco) Iliceto. Uzun yıllar boyunca Türkiye Elektrik İletim AŞ'nin (TEİAŞ) danışmanlığını yaptı. İsmiyle değil, soy ismiyle ya da “Hoca” diye anılırdı. ENTSO-E ve bizim ulusal elektrik şebekesinin senkron bağlantısının kurulması projesinde kendisiyle birlikte çalışma şansım olmuştu. Bu bağlantının gereği olan Özel Koruma Sistemi’nin kurulmasında şimdi çalıştığım şirket (Ekos Electric) ana yükleniciydi, o tarihte çalıştığım şirket GE Vernova ise teknoloji sağlayıcıydı.
Elektriği hem teorik hem de uygulama bakımından Profesör Francesco Iliceto kadar iyi bilen çok az insan tanıdım. Hoca vasfının gereği olsa gerek, anlatmayı da çok severdi. Bölgeler-arası salınımın ne olduğunu ilk ondan dinlemiştim. O zaman 80 yaşındaydı, o yaşta onunki gibi bir zihin açıklığı ve çalışkanlığın herkese nasip olmasını dilerim. Simülasyon testlerindeki performansını unutamam.
Profesör Francesco Iliceto, 2016 yılında bu dünyadan göçtü gitti. Yaşasaydı, 28 Nisan olayını inceleyen Heyet’in içinde üye olarak yer almasa bile mutlaka bilgisine başvurulan danışmanlardan birisi olurdu.
Huzur içinde uyusun diyelim...





