1. YAZARLAR

  2. Halil DAĞ

  3. Petrolün geleceği tehlikede mi?
Halil DAĞ

Halil DAĞ

Yazarın Tüm Yazıları >

Petrolün geleceği tehlikede mi?

Değerli okuyucu, başlıktaki soruya (Petrolün Geleceği Tehlikede mi?) kısaca cevap vermek kolay değil.

Ama bir yerinden başlamak lazım...

Yol uzun, hadi başlayalım öyleyse... 

Fiyatlama ilkeleri petrolde ne kadar geçerli?[1]

Nisan ayının son birkaç günü vadeli işlem piyasalarındaki petrol fiyatlarının dip yapmanın da ötesine geçerek eksilerde işlem görmesi, petrolle ilgili bir gerçeği net bir şekilde ortaya koydu;

Bu da son yüz yıla her şeyiyle damgasını vurmuş olan petrolün üretim ve taşıma maliyetlerinin yanında stoklanma, depolanma maliyetleri ve petrol piyasalarının talebe aşırı duyarlılığı.

İktisatta arz talep ilişkisi incelenirken üretim/arzın ve fiyatların talebe duyarlılığı (elastikiyet) diye bir alt konu başlığı açılır. Bu başlık, üretilen bir malın miktarının fiyatlarla ne düzeyde ilişki içerisinde olduğunu inceler ve fiyata duyarlılık demek, üretim ve arzı, fiyatların belirleyeceği anlamına gelmektedir. Yani birim fiyattaki bir birimlik değişmenin arzda ne kadar değişime yol açacağı meselesi.

İktisat teorisinde normalde fiyatları arzın belirlediği ilkesi geçerlidir. Talebin de aynı şekilde etki ettiği kabul edilir ve bundan dolayı arz talep dengesi, fiyatların belirlendiği temel eşitlik denklemidir. Ancak petrolde son birkaç ayda yaşananlar sadece arz ya da talebin fiyatları belirlemediğini, piyasada oluşmuş olan fiyatların dönüp bir bumerang etkisi yaratarak arzı da vurabildiğini göstermektedir.

Vadeli Piyasalardaki Eksi Fiyatlama Ne Anlama Geliyor?

Ancak yine de belirtmekte fayda var; gelinen noktadaki fiyatlar önemli ölçüde talebin eseridir. Fakat bu ifadenin içine başka bir parantezi açmamak eksiklik olur. O da fiyatlar şu an sıfırlansa bile talebin artamayacağı gerçeğidir. Zaten Nisan ayının son birkaç gününde petrol piyasalarındaki vadeli işlem fiyatlarının eksilere vurması da bunu ortaya koyan bir durumdur. Yatırımcılar sözleşme gereği yapılacak petrol teslimlerini depolama imkanından yoksun olduğu için para kazanmak amacıyla yapmış oldukları sözleşmelerden kurtulmak için üste para verdiler. Bunun tek nedeni, petrolün stoklanmasının o kadar da kolay olmayışıdır.

Son birkaç aydır başta ABD ve Çin olmak üzere enerjinin üretici ve tüketici olmak üzere iki tarafında da pozisyonu güçlü ülkelerin mümkün olduğunca bu fiyatlardan bir stoklama çabası içerisinde olduğunu görmekteyiz. Ancak düşen fiyatlara ne bu stoklamalar nefes aldırdı ne de OPEC’in önce Haziran için planladığı daha sonra da erkene aldığı arz kısıntısı nefes aldırdı. Birkaç ay önce 70-80 dolarların konuşulduğu petrol fiyatları şu an 20-30 dolar civarında dalgalanıyor ve daha da aşağısının olmayacağının henüz bir garantisi yok.

Vadeli işlemlerdeki bu görüntü, kimsenin fiziki olarak petrolü alıp bir kenara koyma imkanının ya da lüksünün olmadığını ortaya koymaktadır. En azından böyle bir hareket finans piyasasında boy gösteren yatırımcılar için pek kazançlı bir girişim olarak görülmemektedir. Dolayısıyla petrolün fiziki teslimini içeren kontratların ancak gerçek anlamda tüketici olanları ilgilendiren bir konu haline geldiğini söylemek mümkündür. Zaten Haziran vadeli kontratlar da piyasaya çıktığı gün benzer bir düşüş söz konusu olmuş ve vadeli petrol fiyatları tarihinin en düşük seviyelerindeki seyrini sürdürmeye devam etmiştir. Vadeli işlemlerdeki bu durum vadeye bağlı olarak alınacak bir petrolün vade günü fiziken teslim edilebileceği yeterli sayıda alıcının olmadığı anlamına gelmektedir ki böyle bir yetersizlik önümüzdeki dönemde de fiziki petrol talebinin oldukça düşük seviyelerde seyredeceğinin açık bir delilidir.

Pandemi Sonrası Dünya Ekonomisi[2]

Mevcut fiyatların daha da aşağılara düşmeyeceğinin şu an için bir garantisi yok. Çünkü daha kötünün kötüsünü gördük mü görmedik mi belli değil. Henüz bütün hükümetler korona virüs salgını ile meşgul ve imkanı olan her ülke su gibi para akıtıyor piyasalara, üreticilere ve hane halklarına. Bu yüzden ekonomideki gerçek tablo henüz ortaya çıkmadı. Kim battı kim kaldı belli değil.

ABD, Avrupa Birliği ve Japonya dünyanın en büyük ekonomileri ve şu an piyasaları adeta likiditeye boğuyorlar[3]. Darphaneler belki de tarihlerinde hiç bu kadar faal olmamıştır. Ortada bir ekonomik faaliyet yok ama hükümetler en azından çarkların dönmesi için gerekli olan yükümlülüklerin aksamamasını sağlamaya çalışıyor. Bu nedenle de paket üstüne paketler açıklanıyor. Fakat bir savaş halini alan bu mücadelenin paniği geçip de ekonomi kendi realitesine döndüğünde binlerce milyonlarca şirket piyasadan silinirken işsiz kalan milyonlara yeni milyonlar eklenecek.

ABD ve Avrupa ekonomilerine ilişkin açıklanan aylık ve çeyreklik rakamlar ekonomik faaliyetlerin ne düzeyde gerilediğini ve buna bağlı olarak da işsizlik başvurularının nasıl bir artış içerisinde olduğunu açıkça gösteriyor. Ki henüz bir çok ülkede bahsettiğimiz şekilde uygulanan politika dolayısıyla şirketler henüz realiteye uygun hareket edemiyor, devletler de işçi çıkarılmasına şu aşamada fazla izin vermiyor, elden geldiğince Türkiye gibi bir çok ülke kısa çalışma ödeneği ve benzeri ödemelerle işçilerin ücretlerini doğrudan karşılamaya çalışıyor. Fakat bunun sürdürülebilirliği yok. İki ay üç belki fakat kriz tabana yayılmaya başlar ve iki üç yıllık bir zaman dilimini içine alırsa gemisini kurtaran kaptan olacaktır. Korona salgınının ekonomide yarattığı gerçek tablo ancak o zaman ortaya çıkacaktır.

Başta IMF ve Dünya Bankası olmak üzere bir çok küresel ekonomi örgütü, dünya geneli için ve inceledikleri ülkeler için çok büyük kayıplardan bahsediyorlar. Bu yılbaşına kadar hemen hepsi pozitif olan beklentilerin hepsinin eksiye döndüğü ve karamsar tablonun 2008 Ekonomik Krizi’nden bile daha büyük bir çöküşün kapıda olduğunu ortaya koymaktadır. Özellikle para tabanı ve diğer bir takım göstergelerle ilgili gelişmeler yeni bir 1929 Krizi ile karşı karşıya olduğumuza işaret etmektedir.

Ekonomilerin Geleceği ve Petrol Talebi/Fiyatları

Dünya ekonomisi için gelecek tablosunun ne kadar karamsar olduğu ortada. Tek tek ülkelerden bahsetmeye gerek yok. Burada enerji ve petrol fiyatları ile ilgili olarak öne çıkan ülkelerin ekonomik geleceğini tahmine çalışmak konumuz açısından daha öncelikli. Bu açıdan başta en büyük tüketicilerden Çin ve üreticilerden Rusya’nın durumu önem kazanıyor.

Çin’in salgındaki sorumluluğu ve bedeli meselesi

Çin, bugünlerde salgınla verilen mücadelenin kazanıldığı görüntüsü yaratarak günlük yaşamı ve ekonomik faaliyetleri olağan seyrine bırakmaya çalışıyor. Çünkü salgın tedbirlerini diğer ülkeler gibi uygulayacak olsa ekonomik kayıplar artacak ve son yıllarda dünya ekonomisi içerisinde kazandığı güçlü konumunu kaybedecek. Bu nedenle Çin’in yapay bir şekilde şu an salgın tehlikesi geçmiş gibi hareket etme eğilimi içerisinde olduğunu görmekteyiz.

Çin, 30 yılı aşkın bir zamandır bütün çeyrekler de dahil olmak üzere kesintisiz büyüdü ve bu büyümenin çok önemli bir kısmı da çift haneli rakamlarla gerçekleşti. Bu büyüme ihracata dayalı bir büyüme olduğu için de şu an Çin’in rezervleri Türkiye gibi bir çok ülkede batmanın eşiğine gelmiş olan şirketlerin neredeyse tamamını alacak büyüklükte. Zaten son günlerde bu çerçevede bazı dedikodular da dolaşıyor. Çin sermayesi ekonomik krizle boğuşan ve fiyatı ucuzlayan şirketleri ucuza kapatmak için arayışta şeklinde dedikodular artmaya başladı. Bu haberlerin ne kadar doğru olduğunu zaman gösterecek ancak Çin’in ekonomik olarak çok büyük bir yara aldığı da inkar edilemez. Çin’in enerji üretim ve tüketim verileri, çimento ve benzeri sektörlerin üretim verileri, hava kirliliği ile ilgili veriler Çin ekonomisinin büyük bir daralma içerisinde olduğunu göstermektedir.

Çin ekonomisindeki bu daralmanın ne zaman sona ereceğini söylemek zordur ancak mevcut haliyle bile dünyanın en büyük petrol ve diğer enerji kaynakları tüketicisi olan Çin’in şu anki kilitlenmesi bile petrol talebi ve petrol fiyatları için ölümcül sonuçlara yol açmaktadır. Öte yandan virüs salgınının Çin’de ortaya çıkmış olması ve tedbirlerin alınmasında Çin hükümetinin gecikmiş olması iki önemli sonuca yol açmaktadır;

Bunlardan birincisi salgının merkezi olan Çin, yeniden üretime geçse bile artık dünya piyasalarında eskisi kadar kabul görmeyecektir. Aylardır evinde hapis yaşayan insanlarda gerek Çin hükümetine gerekse Çin’in yeme içme kültürüne karşı büyük bir irritasyon gelişmiş durumdadır ve Çin malları artık eskisi kadar rağbet görmeyecektir. Dolayısıyla Çin’in bir Pazar kaybı yaşayacağı bunun da ekonomik faaliyetlerin hızını keserek petrol talebinin eski seviyelere ulaşmasını engelleyeceği açıktır.

İkinci sorun ise salgından önce de var olan ticaret savaşlarının salgın nedeniyle yeni bir boyut kazanarak sürecek olmasıdır. Çünkü Çin’in salgının dünyaya duyurulması, dünya ile işbirliği içinde hareket edilerek önlenmesi gibi konularda ihmallerinin olduğu açıktır ve son bir yıldır Çin ile ticaret savaşını sertleştiren Trump’ın eline bu nedenlerle çok güçlü kozlar geçmiş durumdadır. Zaten Trump bugünlerde Çin’in kasıtlı olarak salgını duyurmadığını[4], salgına rağmen Wuhan şehrinden dünyanın dört bir yanına uçaklar kalkmasına izin vererek salgını kasıtlı olarak dünyaya yaydığını söylemeye başladı bile. Diğer yandan hem ABD içinden hem AB tarafında Çin’in salgından ölenlerin ailelerine tazminat ödemesi gerektiği şeklinde görüşler güç kazanmaya başlamış durumdadır. ABD’nin bu konudaki iddialarını Çin ne kadar ciddiye alır kestirmek zor ancak AB tarafından başlatılacak böyle bir sürece Çin’in rıza göstereceğini düşünmekteyim. Çünkü AB, ABD’ye göre daha normatif bir dünyayı/gücü simgelemekte ve hukukun önünden kaçan bir Çin imajı Çin’in dış pazarlardaki tüm gücünü kaybetmesi anlamına gelecektir. Dolayısıyla bu noktada Çin’e hatırı sayılır bir tazminat faturasının çıkma ihtimali yüksektir.

Bütün bu gelişmeler ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşlarının önümüzdeki yıllarda boyut değiştirmiş olarak ve daha çetin bir şekilde süreceğini göstermektedir. Bu savaşlar nedeniyle ABD’nin kısmen de haklı olarak Çin mallarının bir çoğuna engeller çıkaracağı açıktır[5]. Böyle bir uygulamanın ise Çin’deki bir çok sektörün canlılığına darbe vurması yüksek ihtimaldir ve sonuçta dinamizmi sekteye uğrayacak bir Çin’in geçmişte olduğu kadar petrol ve enerji girdileri talep etmesi beklenemez.

Rusya’nın düşen enerji gelirleri

Rusya petrol üreticisi ülkeler içerisinde bugüne kadar en saldırgan stratejiyi uygulayan ülke olarak hep öne çıkmıştır. Bu saldırganlık hem petrol ve doğal gazın başka ülkelere karşı bir silah olarak kullanılmasında hem de kaynakların üretim hızında görülmektedir. Enerjinin silah olarak kullanılması arz güvenliği ile ilgili bir konu olup yazımızın dışında kalan bir konudur. Diğer husus ise Rusya’nın kaynakları arz etme hızı ile ilgilidir. Rusya normalde dünya petrol rezervleri sıralamasında bir çok ülkeye göre oldukça geridedir ancak üretim ve arz büyüklüğü bakımından ekonomisi petrole (genel olarak enerjiye) dayalı bir ülke olarak diğer rakiplerinin çoğunun önündedir. Bu da Rusya’ya son yıllarda önemli bir ekonomik ve siyasi güç kazandırmıştır. 1990’larda iflas etmiş olan Rusya ve genel olarak Rus halkı, günümüzde önemli bir refah düzeyine sahiptir ve bunu bu arz temposuna borçludur.

Fakat gelinen noktada Rusya’nın petrol satacağı ülke neredeyse kalmamıştır. Görünüşe bakılırsa bu konuda Rusya’nın tek ümidi al yada öde anlaşmaları ile diğer ülkelere iki katından fazla fiyata petrol ve doğalgaz sattığı Türkiye tek can simididir. Pandemi kısıtlamaları ne kadar uzar ve bunun ekonomiye etkisi ne kadar artarsa Rusya’nın bu konuda yaşayacağı sıkıntı da o denli artacaktır.

Suudi-İran çekişmesi ve Rusya

Oluşan arz fazlasının fiyatları bu seviyelere kadar düşürmesinin yanında Suudi Arabistan’ın yıllardır sürdürdüğü yüksek arz politikası Rusya ve İran’ın gelirlerine önemli bir darbe vurmaktadır. Suudi Arabistan bu koşullarda bile arz kısıntısına girmekte gönülsüz davranıyor. Rusya eğer ki İran’ı ikna edip Yemen konusunda Suudlara nefes aldırmazsa Suudlar Yemen’de yaşadıkları sıkıntının acısını arz seviyesini koruyarak her iki ülkeden de fazlasıyla çıkaracaktır. Dolayısıyla fiyatların düştüğü ve arzın tüketime göre olağanüstü bollaştığı günümüzde Rusya’nın tek çaresi Ortadoğu siyasetinde bugüne kadar izlediğinin tersine bir politikaya yönelmesidir. Zaten bu hafta Esad konusunda bir rahatsızlık imasında bulunarak Ruslar bunun ilk sinyalini verdiler. Aksi durumda enerjiye dayalı ekonomilerinin bu durumu uzun süre kaldırması mümkün değil ve rekabet edebilmek için daha düşük fiyatlardan yeni kontratlar imzalamak zorunda kalacaklardır. Böyle bir durumda ise petrol fiyatlarının çok uzun süre toparlanmasını beklemek mümkün değildir[6].

Diğer petrol üreticilerinin durumu

Petrol üreten diğer ülkelerin durumu da Rusya’dan pek farksız değil. Mesela Venezuella şu an batmanın eşiğinde. Şu an Venezuella’da asgari ücretler 450 bin bolivar (6,5 dolar) ve bu rakamın 1 koli yumurta satın almaya bile yetmediği görülmektedir. Devletin kasası epeydir boş ve halk zaten aylardır sokaklarda. Petrole dayalı ekonominin bu koşullarda ne kadar dayanabileceği meçhul.

İran için de durum pek parlak sayılmaz. İran gündemi şu an korona salgını ile meşgul olduğu için diğer konularda henüz bir çatlak ses çıkmıyor fakat satılamayan petrolün önümüzdeki olumsuz geri dönüşlerinin etkisini hep birlikte göreceğiz Rusya örneğinde olduğu gibi.

Ortadoğu ülkeleri içerisinde en büyük rezervin ve arzın sahibi olan Suudlar da benzer şekilde gelirlerin düşmesinden muzdarip ancak onların öncelikleri arasında rakiplerini düşük fiyatlarla zorda bırakma politikası hala yerini korumakta. Fakat düşen gelirlerin etkisi ile yeni ekonomik tedbirlerin alındığı da görülmektedir.

Sonuç olarak petrol üreten ülkelerin hepsinin gelirlerinde önemli düşüşler var ve başta ABD’de olmak üzere bir çok petrol ve enerji şirketi batmanın eşiğinde. ABD’deki enerji şirketleri batma listesinin başını çekiyor çünkü ABD’de petrol üretmek diğer ülkelere göre daha maliyetli ve zaten bu konuda ilk fireyi ABD verdi beklendiği üzere. Ancak diğer ülkelerden de benzer haberlerin medyaya düşmesi çok sürmeyecektir.

Petrolün Geleceğimizdeki Yeri Ne Olacak?

Bu aslında önemli bir soru.

Çünkü pandemi dolayısıyla insanoğlunun dünyadaki varlığı önemli bir tartışma konusu haline geldi ve bugünlerde günlük yaşamın kısıtlanması başta olmak üzere bir çok gelişme, yerleşik alışkanlıklara dair tartışmaları artırdı. Buna bağlı olarak dünyanın ve insan kültürünün geleceğinin nasıl olacağı da konuşulan konular arasına girmeye başladı. Bir çok kişi bundan sonra bir çok şeyin değişeceğini, başta paranın kullanımına yönelik alışkanlıklar olmak üzere çok şeyin eskisi gibi olmayacağını ileri sürmektedir. Bunun yanında toplumların doğaya verdiğimiz tahribat konusunda bilinci şu son birkaç ay içerisinde olağanüstü derecede gelişti ve bundan sonraki süreçlerde kamuoyunun hükümetler ve şirketler üzerindeki baskısı daha belirgin bir şekilde hissedilecektir.

Bunun da başta atmosferi yok eden ekonomik faaliyetler olmak üzere bir çok geleneksel faaliyet üzerinde olumsuz etkilerinin olacağı açıktır. Bu noktada sürdürülebilir enerji kaynaklarına yönelimin güç kazanacağını söylemek mümkündür. Böyle bir yönelim güçlenmesinin klasik enerji kaynaklarının orta ve uzun vadedeki kullanımını azaltacağı aşikardır. Dolayısıyla önümüzdeki on yıllar petrole dayalı enerji üretiminin gözden düşeceği bir dönem olabilir. Bunun da uzun vadede petrol talebini olumsuz etkilemesi ve petrole dayalı ekonomilerin de gücünü kaybetmesi anlamına geleceği açıktır.

Şu an için kesin şeyler söylemek zor. Çünkü hemen herkesin önceliği mevcut salgın tehlikesinin ortadan kalkmasıdır. Sonrasına sonra bakarız havasının hakim olduğu bir dünyada petrol için çok iyimser olmasak da net ifadeler kullanmak için birkaç yıl beklemek en doğrusu olacaktır.

Selam ve saygılarımla.

[1] Bu tartışmayı yaparken petrolün yarattığı küresel rekabet ve bu rekabet ortamındaki kendine özgü fiyatlama koşullarını “a priori” olarak kabul etmekteyiz. Bu nedenle petrol ve benzeri enerji kaynaklarının olağan dönemlerdeki fiyatlamasını ve ülkeler arasındaki ticarette oluşan fiyatların hangi özgün koşullarda oluştuğunu konumuzun dışında tutuyoruz. Çünkü bu bambaşka bir olaydır ve bugün yaşananların dışındaki bir konudur. Şu an salgının yarattığı ekonomik tahribatın bir uzantısı olan koşulların konjonktürel etkisini ele almak şimdilik öncelikli konumuzdur.

[2] Pandemi ile ilgili beklentilere göre 3-4 ay içerisinde düşük düzeyde de olsa günlük yaşama dönülecek ancak pandeminin 2-3 yıl sürecek bir salgın olduğuna dair görüşlerin olduğu da unutulmamalı. En azından bu konudaki en iyimser değerlendirmede bile bir süre sonra bir normalleşme olsa bile 2020 yılının şimdiden bitmiş olduğu şekildedir. Bu nedenle pandemi sonrası dönemin ekonomisini değerlendirirken en azından 2020 yılı için kepenklerin kapalı olacağını unutmamak lazım.

Salgının geleceği ile ilgili haberlerden birisi için: ABD’deki Araştırmada “Salgın 2 Yıl Daha Sürebilir” İddiası, https://www.amerikaninsesi.com/a/abddeki-arastirmada-salgin-2-yil-daha-surebilir-iddiasi/5401213.html?fbclid=IwAR0L3IchKGTcNX6V9jiGB_67s6FLE1tIK_Rk_90UM5DOIjWTOZfxwzYObwo

[3] Sadece FED’in 2008 Ekonomik Kriz sonrası dönemin tamamında piyasaya aktardığı likideten çok daha fazlasını bir hafta içinde devreye aldığı düşünülünce beklentinin ne düzeyde kötü olduğu konusunda bir fikir sahibi olmak mümkündür.

[4] Trump bu konuda ısrarla salgının arkasında Çin’de faaliyet gösteren bir enstitü olduğunu dile getirmektedir. Trump’ın kendini buna fazlasıyla inandırdığı görülmekte olup bunun ilerideki girişimler için psikolojik bir zemin yarattığı açıktır. İlgili haberlerden birisi için: Trump, koronavirüsün kökeninin Çin'deki bir enstitü olduğunu iddia etti, https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52494948?at_campaign=64&at_custom3=BBC+Turkey&at_custom2=facebook_page&at_medium=custom7&at_custom4=41E4CB78-8B37-11EA-9387-4AB496E8478F&at_custom1=%5Bpost+type%5D&fbclid=IwAR3nflvMEBmjhy-RKg5pWGNHWPRT6T_FdWdjA-5hK4xkG4jLhEJ--Q6bYdI

[5] Öte yandan haklı olsun ya da olmasın Trump’ın kafasına koyduğu şeyi yapan kural tanımaz görüntüsünü de hesaba katmak gerekmektedir. Bunu şu an Dünya Sağlık Örgütü’ne yönelttiği suçlamalarda açık bir şekilde görmekteyiz. Önümüzdeki günlerde Dünya Ticaret Örgütü’nü kendisi ile aynı söylemde buluşmaya davet edeceğini, iyilikle ikna edemezse de DSÖ’ye yönelttiği suçlamalar benzeri suçlamalarla da DTÖ’yü baskı altına alacağını tahmin etmek zor değildir. Bu nedenle Trump bir kere suyumu bulandırıyorsun demişse bunun makul bir çözümü yok demektir.

[6] Petrol fiyatlarının pandemi sürecindeki düşüşünün jeopolitik etkileri çok daha karmaşık bir konudur ve bu husus düşmanları dost, dostları düşman yapabilecek bir meseledir. En basitinden Türkiye’nin bu günlerde İngiltere ve ABD’ye maske ve medikal malzeme yardımı yaparken Ruslar konusunda fazla bir girişimden bulunmamasını hatta Nisan’ın son günü son teslimatı alınması gereken S-400’lerin aktifleştirilmesini ertelemesini buna bir örnek olarak gösterebiliriz.

Türkiye’nin yardımları ile ilgili haberlerden: Türkiye’den Tıbbi Yardım Getiren İkinci Uçak ABD’de, https://www.amerikaninsesi.com/a/turkiyeden-tibbi-yardim-getiren-ikinci-ucak-abdde/5401566.html?utm_source=twitter&utm_medium=social&utm_campaign=dlvr.it

S-400’lerle ilgili son durum: S-400’lerin Türkiye'de etkinleştirilmesi ertelendi, https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-52495766?at_campaign=64&at_custom4=84FEBB10-8B1B-11EA-A0B1-FDF739982C1E&at_custom2=twitter&at_custom3=BBC+Turkce&at_custom1=%5Bpost+type%5D&at_medium=custom7

Önceki ve Sonraki Yazılar