Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) için yıllardır tekrarlanan bir ifade var:
“Türkiye’nin küçük bir replikası.”
Bu cümle ilk bakışta masum görünebilir; ancak gerçekte ne KKTC’yi açıklar ne de onu anlamaya yardımcı olur. Aksine, kolaycıdır ve yanıltıcıdır. Çünkü KKTC, Türkiye’nin küçültülmüş bir versiyonu değil; farklı bir tarihsel deneyimin, farklı bir siyasal kültürün ve özgün bir kurumsal yapının ürünüdür.
KKTC’nin siyasal sistemi, Türkiye’de son yıllarda alışık olduğumuz merkezî ve hiyerarşik yapıya değil; İngiliz hukuk geleneğinden beslenen Avrupa tipi parlamenter demokrasiye daha yakındır. Koalisyonlar, Meclis içi tartışmalar ve zaman zaman yaşanan hükümet krizleri, burada bir zafiyet değil, demokratik hayatın olağan parçalarıdır. Siyaset, emir-komuta zinciriyle değil; müzakere, denge ve uzlaşmayla yürür.
En çarpıcı fark ise yargı alanında görülür. KKTC’de hukuk, kâğıt üzerindeki soyut bir ilke değil; gündelik hayatın içinde, hissedilen ve güven duyulan bir kurumdur. Mahkeme kararları eleştirilebilir; fakat yargının varlığı, bağımsızlığı ve ciddiyeti tartışma konusu olmaz. Bu yönüyle KKTC, pek çok daha büyük ve iddialı ülkeden daha olgun bir adalet pratiğine sahiptir.
Toplumsal yapı da bu kurumsal çerçeveyi tamamlar. Kıbrıslı Türk toplumu, dış telkinlere ve dönemsel baskılara rağmen laik yaşam tarzını, sosyal alışkanlıklarını ve demokratik reflekslerini korumakta ısrarcıdır. Türkiye ile güçlü bağlar elbette vardır; ancak bu bağlar, KKTC toplumunun kendi aklını ve yönünü belirlemesini engellemez.
Ne var ki, tüm bu demokratik ve kurumsal olgunluğa rağmen, enerji politikaları KKTC’nin en kırılgan alanlarından biri olmaya devam etmektedir.
Güney Kıbrıs son yıllarda güneş enerjisi yatırımlarını hızlandırırken, Kuzey Kıbrıs bu dönüşümün gerisinde kalmıştır. Elektrik üretimi büyük ölçüde KIB-TEK’in elindeki, artık ekonomik ve çevresel açıdan sorunlu hâle gelmiş fuel-oil santrallerine ve geçici nitelikteki mobil dizel santrallere dayanmaktadır. Bu yapı ne ucuzdur ne temizdir ne de sürdürülebilirdir.
Türkiye ile KKTC arasında uzun süredir gündemde olan deniz altından HVDC elektrik kablo bağlantısı hâlâ somut bir aşamaya ulaşamamıştır. Doğu Akdeniz’de offshore doğal gaz aramaları konuşulurken, KKTC’yi merkeze alan gerçekçi bir enerji entegrasyonu da ortada yoktur. Oysa enerji, yalnızca teknik bir konu değil; ekonomik dayanıklılık, çevresel sorumluluk ve siyasal özgüven meselesidir.
Bu noktada sorulması gereken soru şudur:
KKTC neden demokratik kurumlarda gösterdiği olgunluğu, enerji politikalarına yansıtamıyor?
Asıl yanlış soru ise hâlâ şudur:
“KKTC, Türkiye’ye ne kadar benziyor?”
Belki de artık daha doğru bir yerden bakmak gerekiyor. Laiklik, parlamenter işleyiş, yargının saygınlığı ve toplumsal denge açısından herkesin KKTC’den öğreneceği çok şey var. Buna karşılık, enerji gibi stratejik alanlarda KKTC’nin uzun vadeli, rasyonel ve sürdürülebilir çözümlere ihtiyacı olduğu açık.
KKTC’yi “küçük” yapan ölçeği değildir; büyük yapan ise kurumsal ve toplumsal niteliğidir.
Onu bir kopya olarak görmek, bu niteliği ıskalamaktır.
Ve belki de artık, bakılması gereken ayna yer değiştirmelidir.





