1. YAZARLAR

  2. Mehmet ASLAN

  3. Kasap Remzi Türkiye Elektrik Kurumu'nu nasıl doğradı?
Mehmet ASLAN

Mehmet ASLAN

Köşe Yazarı
Yazarın Tüm Yazıları >

Kasap Remzi Türkiye Elektrik Kurumu'nu nasıl doğradı?

Değerli okuyucular, 

Pek çoğu efemera (kâğıt antika) müzayedelerinde meraklıların ilgisine sunulabilecek evrak-ı metruke arasında gezinip, bunlar üzerine sohbetler, yazışmalar yaparken, tarihi şahsiyetleri, yaşanmışlıkları gün yüzüne çıkarmaya devam ediyoruz. 

Bu yazımızın kahramanı da Türkiye Elektrik Kurumu'nun (TEK) genel müdürlerinden birisi. Önce kısa özgeçmişine bakalım.  

REMZİ YÜCEBAŞ

1926 yılında İzmir’de doğdu. 1950'de İstanbul Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Makine Mühendisliği bölümünden mezun oldu. 1950 yılından itibaren Sümerbank’ta sırasıyla Mühendis, Şef, Teknik Müdür Yardımcılığı ve Müdür olarak görev yaptı. 1973-1982 yılları arasında çeşitli özel kuruluşlarda çalıştı. 1982 yılı sonrası Sümerbank Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu Başkanlığı ile Et ve Balık Kurumu Genel Müdürlüğü yaptı. 22.05.1987 - 04.10.1988 tarihleri arasında Türkiye Elektrik Kurumu (TEK) Genel Müdürlüğü görevinde bulundu. Kendisi yakın zamanda vefat etti,

(EÜAŞ Web Sitesi: https://www.euas.gov.tr/tr-TR/kurulus-ve-tarihce)

kasap-remzi.jpg

Remzi Yücebaş, 1987 yılında Ayhan Erkan’ın Hindistan’da geçirdiği bir trafik kazası sonucunda vefat etmesi üzerine, TEK Genel Müdürlüğü’ne getirildi. Yücebaş, esas olarak Sümerbank kökenliydi. Bu kurumda Mühendislikten Genel Müdürlüğe kadar bütün kademelerde bulunmuş tecrübeli bir Makine Mühendisi idi. En son Et ve Balık Kurumu’nda da Genel Müdürlük yapmıştı.

Ben maalesef birlikte hatıralarımızı anlatacak kadar kendisi ile yüz yüze çalışamadım. O en üstte Genel Müdür, ben ise taşrada herhangi bir işletmede Baş Mühendis idim. Bu yazıda anlattıklarım genellikle başkalarına ait anekdotlardan oluşmaktadır. Bu yüzden doğruluklarının o dönemde Remzi Bey’e daha yakın çalışan kişiler tarafından teyit edilmesi uygun olacaktır.

Remzi Bey’i sadece bir defa, muhtemelen 1987 yazında TEK’in Datça Kampı’nda gördüm. Diğer kurumların dayalı–döşeli lüks kamplarına nazaran biraz fazlaca mütevazi, neredeyse gecekondu kılıklı Datça Kampı’na sadece ucuz olduğu için ve denizinin güzelliği hatırına giderdik. Remzi Bey de muhtemelen merak ettiği için ailesi ile birlikte gelmişti. Onu uzaktan gördüğüm sadece bir kare kalmış aklımda. Öğle yemeği almak için diğer kamp müdavimleri arasında sıraya girmiş bekliyordu. Bizden epeyce yaşlı, ciddi görünümlü bir adamdı.

Sonra Remzi Bey’le ilgili anlatılan anekdotlar gelmeye başladı. Bunlar çok ilgimizi çekmişti o yıllarda.

Daha önce, Necatibey Caddesi’nde bir sürü binaya parça bölük dağılmış olan Türkiye Elektrik Kurumu için, Bahçeli son durak dediğimiz bölgede çok büyük bir yeni bina yapılmıştı. Şimdi Enerji Bakanlığı’nın da içinde bulunduğu bu dev gibi bina o zamanlar sadece TEK’e aitti. İşte Remzi Bey’in göreve geldiği sıralarda TEK bu binaya taşınmak üzere idi. Bu yüzden olacak, binayı görmeye giden Genel Müdür hayretler içinde kalmıştı. Söylediklerine göre Remzi Bey binayı görünce: “Bu ne yahu?” diye bağırmıştı. “Bu kadar büyük binaya ne gerek var? Genel Müdürlük dediğin ne kadar küçük olursa o kadar iyidir. Şu arkadaki bina (herhalde şimdi EÜAŞ’ın bulunduğu KLMN Blok) bize yeter! Bu büyük binayı en iyisi Sağlık Bakanlığı’na verelim. Hastane filan yaparlar, bir işe yarar.”

Tabii ki Remzi Bey’in bu önerisi gerçekleşmedi. Ama ne demek istediğini biz taşradakiler gayet iyi anlıyorduk. Bize göre Genel Müdürlük –adı üstünde- en genel konularla ilgilenmeli, detayların tümünü taşraya bırakmalıydı. O zaman işler çok daha verimli yürütülebilirdi. Ama öyle olmadı. Baştan gözümüze o kadar muazzam görünen ve ilk zamanlar çok büyük bir bölümü boş olan bina, torpilci-avantacı-merkeziyetçi devletçiliğimizin üstün gayretleri ile çok kısa sürede ağzına kadar doldu ve yetmez oldu! Tabii bu kadar adama iş yaratabilmek için bütün yetkiler merkeze çekildi. Bir süre Kültür Bakanlığı’nda müsteşarlık yapan Emre Kongar’ın dediği gibi “Çemişkezek ilçe halk kütüphanesinin helâ taşı bile Ankara’dan alınmaya başlandı” ve üstelik yarı yolda kırıldı, döküldü… Durumu izah etmek için şöyle derdik: “Muhittin Bey Çatalağzı’nda Başmühendis iken emrine Mühendis alabiliyordu, şimdi Ankara’da Genel Müdür oldu, bir vasıfsız işçi bile alamıyor!” Merkeziyetçilik o derece alıp başını gitmişti.

Remzi Bey, işte bu faciayı daha işin başında görmüş olmalıydı.

Remzi Bey’le ilgili olarak anlatılan ikinci bir anekdot ise çok daha eğlenceli idi.

O sıralarda Kurum’daki daire başkanlığı sayısı tam 27’ye ulaşmıştı. (Bkz. EMO Elektrik Mühendisliği Dergisi, Sayı 357, Sayfa 252). Bu sayının 35’e kadar çıktığını dahi iddia edenler var. Anlaşılan, Kurum içinde belirli bir süreyi doldurup artık kendilerinin de Daire Başkanlığı’na lâyık olduklarını düşünen herkesin makam taleplerini tatmin etmek üzere, her birine yeni kurulan birer Daire tahsis edilmişti.

Remzi Bey bu rezaleti görünce, Kurum’da epeyce kıdemli olan Genel Müdür Yardımcısı Muhittin Babalıoğlu’nu çağırmış: “Muhittin, otur bakalım şuraya” demiş. “şimdi bana aklından, hiçbir yere bakmadan şu Dairelerin isimlerini say bakalım!” Ama Muhittin Bey de insan, bu kadar şeyi aklında tutması mümkün mü? İte kaka, zorlana zorlana, en fazla 9 dairenin ismini sayabilmiş. Remzi Bey bunun üzerine “Tam isabet!” demiş. “9 daire yeter! Gerisini lağvedin!”

Sonra da bu dairelerin Başkan’larını karşısına alıp çeşitli hakaretler etmiş: “Size ihtiyacımız yok, defolun gidin!” demiş. O koca koca Daire Başkanlarının pek azı bu kadar hakareti gururuna yediremeyerek ayrılıp gitmiş. (Bunlardan biri, bir önceki yazımda kendisinden bahsettiğim Termik Santrallar İşletme Dairesi Başkanı Adnan Ünlü idi.) Geri kalanı, o koca binada yer yokmuş gibi, doğru dürüst masası-sandalyesi bile olmayan tek bir odaya tıkılmışlar, çaycılardan bile yüz bulamadan zorunlu emeklilikleri gelinceye kadar oralarda sürünüp durmuşlar. O zaman biz taşradakiler de şunu derdik: “Bu kadar zillete katlandıklarına göre, demek ki o makamları gerçekten hak etmemişler!...”

O sıralarda çok eleştirilen bir “rotasyon” uygulaması da vardı. Bariz olarak hatırladığım bir örnek, Batı Anadolu Şebeke İşletme’de çalışan Osman Berberoğlu ile ilgili olandır. Osman Berberoğlu, yanılmıyorsam 1987 yılı sonbaharında Yatağan’da bir toplantı düzenledi. Türkiye’nin dört bir yanındaki çeşitli santrallardan mühendislerin davet edildiği bu toplantıda, Termik Santrallar bünyesinde bir eğitim merkezi kurulmasının elzem olacağını, bunun için de en uygun yerin İzmir Aliağa’daki yıllardır çalışmayan Gaz Türbinleri’ne ait denize nazır sosyal tesisler olduğunu (ve tabii ‘zımnen’ başına da kendisinin getirilmesini!) savundu. Toplantıyı düzenlemekteki amacının ise kendi kişisel görüşünü yukarıya kabul ettirmek için, Kurum’daki bütün mühendislerin görüşü imiş gibi göstermek ve tasdik ettirmek olduğu açık bir şekilde belli oluyordu. Osman Bey, bir yandan da yeni Genel Müdür Remzi Bey’i hararetle savunuyor, yere göğe oturtamıyordu.

Bir akşamüzeri, sosyal tesislerde otururken yanımıza Yatağan İşletme Müdürü Hüseyin Gün Bey de geldi. Osman Bey’le İzmir’den tanışıyorlardı. İyi bir sohbetleri vardı. Osman Bey yine Genel Müdür’ün üstün faziletlerini anlatmaya başlayınca, Hüseyin Bey sıkıntılı bir şekilde yerinde biraz kıpırdandı ve “Yalnız, Osman Bey, senin haberin olmadı galiba, ben de yeni duydum, senin tayinin Van’a çıkmış!” demesin mi… Osman Bey’in yüzü kül gibi oldu, işin aslını astarını öğrenmek üzere hemen yanımızdan ayrıldı ve bir daha Remzi Bey’den hiç bahsetmedi. O toplantının sonucunda, eğitim merkezi kurulması için Osman Bey’in istediği şekilde bir tutanak imzalanmasına rağmen, bu konu bir daha hiç gündeme gelmedi.

Bu tür kesip biçmeleri yüzünden midir, yoksa Et ve Balık Kurumu’ndan geldiği için midir bilinmez, muhalifleri Remzi Bey’e hep “Kasap Remzi” derlerdi. Gerçekten de Remzi Bey, Kurum’da kesilip atılması gereken kangrenli yerleri iyi görmüş ve neşteri vurmakta hiç tereddüt etmemişti. Ama en büyük eksikliği, enerji sektöründen gelmediği için bunun yerine ne koyacağını bilememesiydi. Yine söylediklerine göre, daha önce Genel Müdürlük yaptığı Et ve Balık Kurumu’nun organizasyon şeması üzerinde silip-yazma yöntemini kullanarak TEK’in organizasyon şemasını oluşturmaya çalışmıştı. Ama bir yerde silmeyi unutmuş herhalde, TEK’in organizasyon şemasında “Erzurum Ziraat Baş Mühendisliği” yazısı kalmıştı.

Remzi Bey’in bence Kurum’a en büyük hizmeti torpilci siyasetçilerin ayağını kesmesiydi. Bunu ta Yatağan’da bile kulaklarımızla duymuştuk. ANAP’lı mahalli siyasetçiler “Sakın bize tavassut (Aracılık, ara bulma, aracılık etme, torpil) için TEK’ten bahsetmeyin sakın. Bu herif milletvekillerini bile kapıdan içeri sokmuyor” diyorlardı. Remzi Bey’in bu kesin tavrında Turgut Özal’dan aldığı sağlam desteğin de etkili olduğu söyleniyordu. Ama bir süre sonra, siyasetçi baskısına Özal bile direnememiş olmalı ki, bu dik kafalı adamı alarak yerine siyasetçilerle uyum içinde çalışabilecek başka birini koymak zorunda kaldı. 

kasap-remzi-2-001.jpg

Müdür Remzi Yücebaş ve Nazilli Sümerbanklılar Fabrikada bir yemekte

Kaynak: https://www.facebook.com/basmafab/photos/a.888623087927856/1053895354733961/?type=1&theater

Yıllar sonra, Remzi Bey hakkında duyduğum pek sevimli diğer bir anekdot ta Sümerbank Nazilli Basma Fabrikası’nda Müdürlük yaptığı sıralarda onunla birlikte çalışan bir tanıdığımın anlattıklarıydı. Remzi Bey bir gün fabrika bahçesinde dolaşırken, onu arkadan bir arkadaşına benzeten personelden biri şaka olsun diye ensesine şaplağı indirivermiş. Tabii Remzi Bey arkasına dönünce onu tanıyan zavallı adamda hoşafın yağı kesilmiş, gözleri fal taşı gibi açılmış ve yüzünde bir damla kan kalmamış. Böyle durumlarda Müdür’ler genellikle: “Neee! Bana ha!..” diye kükrerler ya, bizim Remzi Bey hiç umursamamış bile. Gülerek adamın sırtını sıvazlamış ve yürüyüp gitmiş. Bu bile “Kasap” Remzi’nin aslında ne kadar insancıl ve alçakgönüllü bir adam olduğunu göstermeye yeter.

Remzi Bey 1966 yılından itibaren Nazilli Basma Fabrikası’nda Müdürlük yapmış. O dönemde Nazilli’de yaşayan tanıdıklarımın anlattıklarına göre, Sümerbank Lojmanları Nazilli’nin “sosyete”si sayılıyormuş. Remzi Bey’in veda yemeğindeki bayanların giyim kuşamı da az çok bunu gösteriyor. 

kasap-remzi-3.jpg

Sümerbank Nazilli Fabrikası’nda Müdür Remzi Yücebaş’ın veda yemeğinde bayanlar

Kaynak: https://www.facebook.com/basmafab/photos/a.873819939408171/2478636348926514/?type=3&theater

Çok sonra, 02.12.2004 tarihli Sabah Gazetesi’nde Remzi Bey’le ilgili şöyle bir haber yayınlandı:

“Remzi Yücebaş, 78 yaşında. 1982-84 arasında Sümer Holding'in Genel Müdürü olarak görev yapmış. Sümerbank'a çok şey borçlu olduğunu söylüyor. 1950 yılında Sümerbank'ın bursuyla İTÜ Makine Mühendisliği'nden mezun olmuş, ardından da tam 23 yıl boyunca Türkiye'nin çeşitli yerlerinde bulunan Sümerbank fabrikalarında çalışmış: "Sümerbank'ın bursuyla okuduğum için kurumda bir süre çalışmam zorunluydu. Sümerbank'tan aldığım parayla evlendim, çocuklarımı okuttum. Ama özel sektörden o kadar çok teklif geliyordu ki, direnemedim. Bana Sümerbank'ta aldığım maaşın dört katını teklif ediyorlardı. Para ağır bastı. 1973 yılında Sümerbank'tan ayrıldım." Yücebaş, özel sektörde çeşitli kurumlarda çalıştıktan sonra 1982'de genel müdür olarak göreve geldiğini söylüyor:

"Sümerbank, politika üçgeni arasında kaldı. Çevre, sendika ve politikacıların etkisi altına girdi. Birçok formalite vardı. Her istediğimizi yapamıyorduk. Fiyatları artırmak istediğimizde müsteşarından bakana kadar birçok merciden izin almak gerekiyordu. Seçim zamanı olduğunda 'Aman durun, zam yapmayın' deniliyordu. Özel sektör, yıl sonunda indirim yaparken, bizim mallarımız elimizde kalıyordu. Sümerbank, bürokrasinin kurbanı oldu."

(Sabah Gazetesi, 02.12.2004, http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/02/cp/gnc115-20041121-102.html )

Demek ki, diyorum, kendisi ile hiç görüşmesek dahi, devlet işletmelerinin kaderi ve en büyük problemleri hakkındaki görüşlerimiz tıpatıp aynıymış:

Mütegallibe, sendika, politik müdahaleler ve aşırı merkeziyetçilik…

Okudukça, araştırdıkça, kendisine karşı sevgim ve saygım daha da artıyor.

Demek ki, diyorum, TEK’e geldiğinde kolları sıvayıp giriştiği hiçbir iş tesadüf filan değil, daha önceki tecrübelerine dayanan bilinçli eylemler imiş.

Şimdi de hayatta olsa, gelse şu heyulâ binanın karşısına dikilse, eminim ki şöyle derdi:

Elektrik santrallarının pek çoğu satıldı, EÜAŞ diye bir şey kalmadı…

Bütün dağıtım tesisleri özelleştirildi, TEDAŞ diye bir şey kalmadı…

TEİAŞ, KLMN Blokun arkasına yapılan yeni bir binaya taşındı…

Ama bina hâlâ ağzına kadar dolu!. Nasıl bir iştir bu?

Önceki ve Sonraki Yazılar